Kıymetli dostlar;

Sizleri selamların en güzeli olan Allah’ın selamı ile selamlıyorum.  Bugün sizlerle Payitaht sokaklarında birbirinden ilginç hikâyelerin peşinde koşmaya devam edeceğiz. Sözlerime başlamadan önce geçtiğimiz pazartesi günü vefatının 17. sene-i devriyesi olan, hayatını özgür Bosna davasına adayan Bilge lider Aliya İzzetbegoviç’i rahmet minnet ve dua ile anıyorum.

Aliya dendiği zaman aklıma hep bugünümüzü aydınlatan şu sözü geliyor;

“Savaş ölünce değil düşmana benzeyince kaybedilir. Siz siz olun zalimle mücadele ederken ona benzemeyin.”

Gardaşlarımıza dua

Hepimizin bildiği gibi 27 Eylül’den bu yana Azerbaycan ve Ermenistan arasında Ermeni işgali altında bulunan Dağlık Karabağ bölgesi üzerinde bir savaş hali söz konusu.

Tarihsel süreçte olayların gelişimine baktığımızda Azerbaycan Ermenistan arasındaki ilk çatışmaların 1917 Bolşevik İhtilali sonrasında Çarlık Rusya’nın yıkılıp Komünist rejimin kurulması ile birlikte başladığını görüyoruz. Azerbaycan Demokratik Cumhuriyetinin kurulması ve Osmanlı Devleti’nin Erivan’dan çekilmesi ile birlikte de bir dönem iki devlet arasında şiddetli çatışmalar yaşandı. (1920)

İki ülke arasında özellikle Sovyetler birliğinin dağılması ile başlayan “Dağlık Karabağ” sorunu Şubat 1988-Mayıs 1994 yılları arasında adeta zirveye çıkmıştır. Yıllarca gerçekle uzaktan yakından alakası olmayan bir “Ermeni Soykırımı” yalanının arkasına sığınan Ermeniler bu süreçte tüm dünyanın gözü önünde başta Hocalı Katliamı, Malibeyli, Aşağı Kuşçular, Yukarı Kuşçular Katliamları, Karadağlı Katliamı,  Ağadaban Katliamları gibi birçok katliam ile kardeşlerimizi soykırıma tabi tuttular. 1994 yılına kadar süren savaşta bir milyonun üzerinde kardeşimiz toprağından ve vatından edilerek Azerbaycan’a göç etmek zorunda kaldı.

Şimdi bunca yaşanan zulüm ve soykırımın ardından Elhamdülillah kardeşlerimiz Karabağ’da kendilerine ait toprakları tekrar geri almaya başladı. Bu süreçte her türlü savaş kuralını ihlal eden, ilan edilen ateşkeslere rağmen sivil yerleşim yerlerini bombalayan Ermenistan nasıl bir terör devleti olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur.

Geçmişten bu güne yaşananlar şunu bir kez daha gösterdi ki teröre ve teröriste karşı kardeşlerimizle birlik içinde olduğumuzda karşımızda hiçbir güç duramıyor. İnşallah bu işin sonunda da hem teröristler, hem de terörist devletler gereken cevabı alacak ve inşallah sonucunda gardaşlarımızla birlikte büyük bir zafer yaşayacağız.

Bir kez daha hem bugün, hem de bundan önce mübarek kanları ile bizlere bu toprakları emanet eden tüm şehitlerimizi rahmet minnet ve dua ile anıyorum.

Daha güçlü Mavi Vatan

1 Ağustos 1571 yılında II. Selim döneminde Osmanlı Devleti tarafından fethedilen Kıbrıs Lozan Barış Antlaşması 20. maddesi ile İngilizlerin kontrolüne bırakıldı. Daha sonra Kıbrıs’ta Rumlar tarafından Türkler üzerine birçok katliam faaliyetinde bulunuldu. Gerek Adnan Menderes döneminde yaşanan gelişmeler gerekse sonrasında Milli Görüş Lideri rahmetli Necmettin Erbakan hocamızın girişimleri ile Kıbrıs’ta uygulanmaya çalışılan soykırım hareketlerine son verilmeye çalışıldı. Kıbrıs Barış Harekâtı ile de bugünkü KKTC sınırları çizildi.

O günden bu güne de Kıbrıs içinde birçok sorun yaşandı. Özellikle yönetimsel manada Kıbrıs Türklerinin haklarını koruyamayan ve Rumlara sempati besleyen yöneticiler yüzünden birçok sorun yaşandı. Bunların en sonuncusu da Mustafa Akıncı’nın yaptığı açıklamalar oldu. Özellikle Türkiye’nin Akdeniz’deki faaliyetlerini ve Mavi Vatan girişimlerini durdurmaya çalışan Rumlar tarafından desteklenen Akıncı bu süreçte Rumlara toprak vermek dâhil olmak üzere birçok talihsiz açıklama yaptı.

Yaşanan tüm bu gelişmelerin gölgesinde geçtiğimiz hafta sonu KKTC’de gerçekleşen seçimler sonucunda tüm konuşmalarında Rumlarla işbirliği içinde olduğunu belli eden Akıncı’ya karşı seçimleri kazanarak Cumhurbaşkanı olan Ersin Tatar beyefendiyi bir kez daha kutluyor sonuçların Kıbrıslı kardeşlerimiz için hayırlar getirmesini temenni ediyorum.

Bundan sonraki süreçte inanıyorum ki Ersin Tatar yönetimindeki KKTC Türkiye Cumhuriyeti ve Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın da desteği ile Akdeniz’de tüm Dünya’nın tanımak zorunda kalacağı “Mavi Vatanımızın” göz bebeği bir güç olarak varlığını devam ettirecek.

Unutmayalım ki güçlü KKTC demek daha güçlü bir Mavi Vatan demek…

Tarihi Yarımada’nın Kültür Vadisi Zeytinburnu

Evet, ülke olarak tarihi günlerden geçiyoruz. Rabbim ülkemizi devletimizi ve milletimizi korusun daha nice zaferler nasip eylesin inşallah. Bugün sizlerle tarihi yarımadanın kültür vadisi Zeytinburnu’na, Kazlıçeşme’ye bir ziyaret gerçekleştirelim istedim. Adeta bir açık hava müzesi olan Zeytinburnu’nun ziyaret edilmesi gereken birçok noktası var. Fatih Camii ve yanındaki hamam, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Camii, Yedi Kardeşler Şehitliği, Erikli Baba Dergâhı, Uşşakî Camii, Yedikule Altın Kapı, İstanbul’un ayakta kalan en eski dini yapısı olan yaklaşık bin 600 yıllık Studius Manastırı / İmrahor Camii, Derya-i Ali Baba Türbesi, Balıklı Rum Ayazması, Seyyid Nizam Camii ve Türbesi, Merkez Efendi Külliyesi, Yenikapı Mevlevihane’si, tarihi mezarlıklar, Bizans’tan kalan kara ve deniz surları, Yedikule Zindanları, Takkeci İbrahim Ağa Camii, Türk Dünyası Kültür Mahallesi, Panorama 1453 Tarih Müzesi, aklıma gelenlerden sadece bazıları.

Marmaray’ın Kazlıçeşme durağında indiğiniz zaman sahile doğru biraz yürüdüğünüzde sizi yolun hemen kenarında tek başına duran bir çeşme karşılar. Rivayete göre bu çeşme İstanbul’un Fethi öncesinde Fatih Sultan Mehmet tarafından surların yanı başına yaptırılmıştır. Marmaray durağına ve bu semte adını veren meşhur Kazlıçeşme işte budur. Kazlıçeşme’nin olduğu yerin tam karşısında da Fatih Sultan Mehmet’in ilk yaptırdığı cami vardır. Kazlıçeşme deyince bir zamanlar deri işlemesi yapan ya da “tabakhane” diye bilinen deri fabrikalarının olduğu yer akla gelirdi. Kokudan buraya yanaşamazdınız bile.  Öyle ki tabakhane de çalışan kişiler ya kürek mahkûmları olurdu veya hapis cezası yerine tabakhane de çalışmayı tercih eden mahkûmlar. Yıllar sonra temizlendi de ecdadın yaptırmış olduğu cami ve çeşmeler birer birer ortaya çıktı. Bugün adeta bir Açıkhava müzesi olarak bizlerin ziyaretini bekliyor. Evet, biz de bugün Kazlıçeşme’nin kazının nereden geldiğinin peşine düştük.

Suyu bulan kazın hatırına çeşme

Kazlıçeşme hakkında Fatih Sultan Mehmet Han Hz.lerinin bu çeşmeyi yaptırdığı dışında rivayetlerden biri meşhur Tarihçi Eremya Çelebi Kömürciyan İstanbul Tarihi isimli eserinde geçmektedir. Kömürciyan eserinde bu çeşmeyi “Kazlıçeşme’ye verilmiş olan bu adın sebebi şudur: Bir kaz, otladığı sırada yeri eşeler ve eşelediği yerde bir su çıkar. Halk ta burasını kazarak bir memba bulur ve suyu getirip bir çeşme yapar.” Şeklinde anlatır. Bunun dışında meşhur seyyah Evliya Çelebi çeşmenin üzerinde neredeyse canlı gibi görünen bir kaz figürünün olduğundan bahseder.  Çelebi’nin sözleri şu şekildedir: “Yedikule kasabasının haricinde bir çeşme-i canfezanın kemeri altında çar köşe (dört köşe) bir beyaz mermer üzere üstad-ı mermer bir kaz tasvir etmiştir ki, dillerle tabiri imkânsızdır. Gören zîrûh (canlı) zanneder. Buna binaen o çeşme, kazlı çeşme namı ile şöhretyâb olmuştur.”

Çeşmeyi yaptıran kazlar

İstanbul Çeşmeleri isimli eserde kitabede ismi geçen Mehmet Bey’in Kadı ve Müderris Pir Mehmet Çelebi olabileceği belirtilmiştir. Ordumuzun İstanbul önlerine dayandığı günlerdir. Henüz bahardır ama hava iyi sıcaktır. Yedikule önlerinde toplanan askerler mataralarının dibinde kalan son damlaları da yudumlar ve su sormaya başlarlar. Öyle ya bu çocuklar daha yıkanacak, paklanacak, abdest alacaklardır. Fatih bu sıkıntıyı nasıl halledeceğini düşünürken üzerinden yaban kazları geçmesin mi. Genç sultan, süvarilerden birine kuşları işaret eder. Delikanlı okuna davranır, elini sadağına atar. Fatih “Hayır, hayır!” diye fısıldar, “Onları takip et. Kim bilir, belki de bir göle uçuyorlar.”  Süvari bir hamlede atına çıkar, hayvanını topuklar. Artık kazlar nereye, o oraya. Kuşlar Atışalanı taraflarında alçalır alçalır ve berrak sulu bir gölceğize konarlar. Delikanlı önce suyun tadına bakar, sonra matarasını doldurup ordugâha koşar. Doğrusu bu su beklenenden ziyade ve umulandan tatlıdır. Mimarlar, ustalar derhal işbaşı yapar, rütbeliler bile künk taşırlar. Çok değil 5-10 gün sonra lülelerden su akmaya başlar.  Fatih bu mutluluğu paylaşmak ister, çeşme başına gelir. O sıra bir sanatkârın kitabeye “adını” kazıdığını görür. Ustaya döner

– Niye çeşmeye benim adın kazınır? Suyu bulan ben değilim ki? Vezir araya girer ve usulünce sorar:

– Sultanım peki, bu çeşme kimin adı ile anılsın?

-Kazların! Der Sultan Fatih. Öyle de olur. Çeşmenin adı o gün bugündür “Kazlıçeşme” olarak anılır.

Kazlıçeşme’nin çalınan kazı

Sadece Evliya Çelebi değil İstanbul’a gelen birçok seyyahın mutlaka görüp hayran olduğu bu Kazlıçeşme’nin “kazı” maalesef 2002 yılında çalındı.  Yıllarca kaz kabartmasının yeri boş kaldı. 2010 yılında Zeytinburnu Belediyesi’nin yaptığı yenileme çalışmasında bir kaz replikası yapılarak çeşme eski görünümüne kavuşturuldu. Restorasyon çalışması sırasında kaz figürünün olduğu taşın M.S. 700’lü yılarda yapıldığı belirlendi.

Fatih Sultan Mehmet’in ilk yaptırdığı cami

Kazlıçeşme Mezarlığı’nın karşısında Zakirbaşı Sokak’ta yer alan bu camiinin kim tarafından ne zaman yapıldığı tam olarak bilinmemekle beraber yaygın rivayete göre Fatih Sultan Mehmet Han Hazretleri’nin İstanbul’u fethettiği 1453 yılında askerlerin ibadet edebilmesi için yaptırdığı bilinir.

Kazlıçeşme Fatih Camii’nin özgün bir mimarisi vardır. Fakat ilk yapıldığı günden günümüze gelen bu yapının sadece minaresinin alt gövdesidir. Bu camiyi diğer camilerden ayıran en büyük özelliği ise minaresinin diğer camilerin aksine sağda değil solda olmasıdır. Cami son restorasyondan önce 1813 yılında Sultan II. Mahmut tarafından ve 1954 yılında burada faaliyet gösteren derici esnafı tarafından iki defa daha restore edilmiş olmasına rağmen zaman içinde bakımsızlıktan dolayı oldukça fazla yıpranmış ve harabe hale gelmiştir.

2010 yılında Zeytinburnu Belediyesi Anıtlar Kurulu’ndan alınan izinle tekrar yenileme çalışmalarına başlamış ve 2013 yılında cami tekrar cemaatiyle buluşarak ibadete açılmıştır.