Evden çıktıktan sonra ilk durağım Payitahtın tarihi dekorlu vitrini Balat oldu. Burada iki farklı kilise ziyaret ettikten sonra aklımdaki bir başka hikâyeye doğru devam edecektim. Ayvansaray Köprüsü’nden aşağıya doğru indim önce Peygamber Efendimiz’in (sas) Süt Kardeşi Ebu Şeybe el-Hudri’nin kabrine uğrayıp bir dua ettikten sonra yoluma devam ettim. Türbeden çıktıktan sonra birazcık ilerledim ve hemen ilk sokaktan sağa döndüm. Ayvansaray Kuyusu Sokak’ta ilk ziyaretim Panayia Vlaherna Ayazması’na (Meryem Ana Ayazması) oldu. Kilisenin gerçekten ilginç bir hikâyesi var…

Bu kilisede pazar ayini değil cuma ayini var!

Meryem Ana Ayazması İmparator Markianus (450-457)’un karısı Pulheria tarafından yapımına başlatılmış ve I. Leon (457-474) zamanında tamamlanmıştır.1434 yıllında çıkan yangınlarda büyük bir hasar görmüş ve uzun yıllar onarılmayı bekledikten sonra 1860 yıllında kilise onarımdan geçirilmiş, fakat bu onarımdan sonra ilk inşa edildiği görüntüsünü kaybetmiştir.

İlk görüntüsünü kaybetmiş olsa da Balat sokaklarında Ayvansaray Kuyusu Sokakta karşınıza çıkan bu ayazmada 1400 senelik bir gelenek hâlâ yaşamaya devam ediyor. Bu kilisede asırlardır dünyadaki tüm kiliselerden farklı olarak pazar ayini cuma günleri yapılıyor… Yani bu kilisede ibadetler Hristiyanlar için kutsal sayılan pazar günü değil cuma günleri yapılmaktadır.

Peki, ama neden?

MS 2. yüzyılda Orta Asya’da adı duyulmaya başlayan Çinliler tarafından JuanJuanlar olarak tanımlanan bir Hun-Türk Devleti olan Avarlar 500’lü yıllarda Bizans ordularını defalarca yenilgiye uğratarak vergiye bağlamışlardır. Kafkasya’dan Macaristan’a kadar geniş bir bölgede güçlü bir devlet olmuşlar, bu süreçte İstanbul’u MS 617 ve MS 626 yıllarında iki defa kuşatmalarına rağmen sonuç alamamışlardır.

Efsaneye göre Avarlar’ın son kuşatması bir cuma günü gerçekleşmiş, İstanbul tam teslim olacakken gökyüzünde bir Meryem Ana silueti görünmüş ve sonrasında fırtına yağmur sel gibi çok ciddi tabiat olayları sonucunda Avar orduları başarısız olmuş, tam İstanbul düşecekken kuşatmayı bitirmişler ve İstanbul işgalden kurtulmuştur. Bu olaydan sonra cuma günü, Panayia Vlaherna Ayazması cemaati tarafından kutsal gün olarak ilan edilmiş ve pazar ayinleri cuma günleri yapılmaya başlanmıştır. Bu gelenek günümüzde de halen bu kilise de devam ettirilmektedir.

Kutsal su kaynağı

Ayazma Rum-Ortodoks inancında, kutsal kabul edilen su kaynağı olarak bilinir. Bu kilise de de kutsal kabul edilen bir su kaymağı bulunmaktadır. Rum-Ortodoks inancına göre bu su hem enerji vermekte hem de birçok hastalığa şifa dağıtmaktadır. Buraya gelen ziyaretçilerin bir kısmı bu sudan içmek için buraya gelmektedir.

Hz. Meryem’in elbisesi efsanesi…

Buradaki ilk kilise İmparator Markianus’un karısı Pulheria tarafından inşa ettirirken Filistin’den Hz. Meryem’e ait bir elbise getirtmiştir. Kilisede uzun yıllar muhafaza edilen bu elbisenin kilisede çıkan en son yangında kilisedeki birçok önemli eserle birlikte yandığı söylenmektedir.

Kanlı Kilise-Moğolların Hanımefendisi-Moğolların Aziz Meryem’i Kilisesi

Bu kiliseyi ziyaret ettikten sonra başka bir hikâyeye doğru yola çıktım. Sıradaki durağım yine neredeyse her sokağında bir hikâyeye, bir eser yaşatmaya devam eden Balat’ta Fener Rum Lisesinin eteklerindeki küçük bir kilise, Kanlı Kilise ya da Moğolların Meryem’i Kilisesi…

İlk olarak 600’lü yılların başında, Bizans imparatoru Maurikios’un kızı prenses Sopatra ve arkadaşı Eustolia tarafından buraya bir manastır inşa ettirmişti. Ancak Dördüncü Haçlı Seferinin ardından şehrin Latinler tarafından yağmalanması üzerine kurulan Latin İmparatorluğu sırasında manastır yıkılmıştır.

1261’de şehir yeniden Ortodoks’lar tarafından ele geçirilmiş ancak o sıralarda Anadolu’da bir Moğol tehlikesi başlamıştı. Bu Moğol tehlikesine karşı önlem olarak, imparator 8.Michael’ın kızı Maria Moğol imparatoru Hülagü’ye, çeşitli hediyelerle gelin olarak yollanır. Bu şekilde kurulacak akrabalık bağı ile Moğol tehlikesinin önüne geçilmesi amaçlanmıştı. (Bu sistem yaklaşık yüzyıl sonra Osmanlı Devletinin kuruluş devrinde Osmanlı padişahlarına karşı tekrar uygulanmıştır.)

İşte asıl hikâye bundan sonra başlıyor…

Maria henüz yolda iken Hülagü Han ölür. Bunun üzerine Maria, babasının yerine tahta geçen oğlu Abhaka ile evlenmek zorunda kalır. Aradan geçen zamanda Maria Abhaka’nın da zamansız ölümü üzerine Konstantiniye’ye döner ve bugünkü manastırı yaptırarak rahibe olur. Bu nedenle kilisenin adı halk arasında Moğolların Meryem’i Kilisesi olarak bilinegelmiştir…

Neden Kanlı Kilise?

1453 yılında İstanbul’un fethi sırasında özellikle Fener bölgesinde çok şiddetli çatışmaların yaşandığı rivayet edilir. Bu çatışmalar esnasında İstanbul’un en dik yokuşu sayılan bu kilisenin civarında çok fazla kan akıp Haliç’e karışmış ve bu nedenle kilisenin bir diğer ismi Kanlı Kilise olarak kalmış diye anlatılmaktadır…

Başka bir rivayete göre hem Moğollarda yaşanan ölüm olayları hem de kilisede ölüm olaylarının çok fazla yaşanması, Maria’nın sürekli ölümü beraberinde getirdiği düşüncesine sebep olmuş bu yaşananlardan dolayı bu kiliseye Kanlı Kilise ismi verilmiştir.

Fetihten sonra camiye çevrilmeyen kilise

Fetih’ten sonra İstanbul’daki neredeyse tüm kubbeli kiliseler camiye çevrilmiştir. Kubbeli olmasına rağmen camiye çevrilmeyen ve hala kilise olarak işlev gören tek kilise ise bu kilisedir. Bunun nedeni Fatih’in verdiği bir fermandır.

Peki, Fatih Neden böyle bir ferman veriyor?

Fatih Camii’nin mimarı olan Rum yapı ustası Cristodulos’un (Sinâneddin Yûsuf b. Abdullah) bizim tanıdığımız ismi ile Atik Sinan Paşa’nın ricası üzerine, bu kilise O’nun annesine bağışlanır ve bunun üzerine burasının camii olmaktan muaf tutulacağına dair bir ferman yayınlanır. Bu fermanın bir örneği hala kilisenin duvarında sergilenmektedir. Fermanın orijinal metni ise Fener Rum Patrikhanesinde muhafaza edilmektedir.

Osmanlı’da kadın paşa var mıydı?

Balatta yorgunluğumu atmak için biraz soluklanıp Balat Antik Cafe’de çayımı içtikten sonra bir başka hikâyeye doğru yola çıktım. Sıradaki durak Bebek’te Emine Valide Paşa Yalı’sı “Hıdivâ Sarayı” , “Hıdiv İsmail Paşa Yalısı”, “Vâlide Paşa Yalısı”, “Mısır Konsolosluğu Sâhilsarayı” olarak da bilinir. İstanbul Boğazı’nın Rumeli yakasında Bebek Cevdet Paşa Caddesi’nde 1902 yılında İtalyan Mimar Raimondo D’Aranco tarafından inşa edilmiştir. Bugün Mısır Konsolosluğu olarak hizmet vermektedir.

Buradaki ilk yapı, 1781 yılında inşa edilen Sultan I. Abdülhamit devri şeyhülislamı Dürrizade Mehmet Ataullah Efendi’nin yalısıdır. Sonraki yıllarda yalıda, Sultan III. Ahmet’in Kazaskerlerinden Dürrizade Arif Efendi oturmuş, ölümünden sonra ise oğlu Şeyhülislam Abdullah Efendi’nin olmuştur. İkinci yapı, II. Mahmut’un sadrazamlarından Rauf Paşa’nın yalısıdır. Daha sonra Tanzimat devri sadrazamlarından Ali Paşa, Rauf Paşa’dan yalıyı satın almış ve yenilemiştir. Ali Paşa ölünce, varisleri yalının giderlerini karşılayamamış ve rivayete göre Sultan II. Abdülhamit yalıyı satın alarak, Mısır Hıdivi Abbas Hilmi Paşa’nın validesi Prenses Emine’ye gösterdiği büyük hizmetlerden dolayı hediye etmiştir. Diğer bir kayda göre ise Emine Paşa kendisi satın almıştır. Bazı kaynaklarda ise Hıdiv Abbas Hilmi Paşa annesine yazlık ev olarak yaptırdığı rivayet edilmektedir. Emine Paşa İstanbullular arasında “Valide Paşa” olarak anıldığı için yalıya “EminePaşa Yalısı” ismi verilmiştir. Emine Paşa ’’Paşa’’ unvanını alan tek kadındır. Bu unvanı kendisine veren Sultan 2.Abdullhamid Han’dır.

Hidiva Emine Paşa oldu Bebekli Emine Hanım

Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulunca Emine Valide Paşa, yalısını yeni Türkiye Devleti’ne bağışlamak istemiş fakat devir işlemleri sırasında kendisine “Bebekli Emine Hanım” diye hitap edilince bundan epey rahatsız olmuş

– Vaay bana nasıl Emine Hanım dersiniz, ben paşayım, bana paşa unvanını Sultan Abdülhamid verdi. Diyerek küplere binmiş, Türkiye Cumhuriyetine hibe etmeyi düşündüğü yalısını son anda vazgeçerek Mısır Hükümetine bağışlamaya karar vermiştir. Bu bağış sırasında binanın ebediyen konsolosluk binası olarak kullanılmasını ve kendisinin de ölünceye dek korudaki av köşkünde oturmasını şart koşmuştur. 15 Haziran 1931’de öldükten sonra, av köşkü vasiyeti gereği yıktırılmış. Yıllarca bakımsız kalan yapı, uzun bir yenileme sürecinden sonra 2011’de, Mısır’da monarşinin devrilmesinin 59’uncu yılında yeniden açılmıştır. Bu yapı günümüzde Mısır başkonsolosluğu olarak kullanılmaya devam etmektedir.

Önümüzdeki hafta farklı hikâyelerde buluşmak duasıyla…