Her gün, kulağımızda müzik olmadan yarım saat yürüyelim. Kuşların nağmelerini, rüzgârın çiçeklere, yapraklara, topraklara sevgiyi fısıldayışını, insan ruhuna dokunabilmek için sabırsızlığını hissedelim. Muazzam bir akışı var bütün yaratılanların. Farkında olmadığımız ve dinlemediğimiz için duymadığımız, âlemin zikrini duymaya çalışalım. Dalın yaprakla, kökün toprakla, çiçeğin renleriyle mest olup, teslimiyet nazıyla nasıl görkemli, nasıl güzel bir meşk içinde olduklarını yürek gözümüzle görüp özümüze nakşedelim.

Doğan güneş, selâm sunar bütün varlığa ve bir mesajdır taaa ötelerden fakat aslında en yakından.

Bu mesajlar, fısıltılar halinde, inceden inceye gözyaşlarıyla buluşur ve yüreği yıkar, arındırır. Konuşur, anlatır, anlatır ve sonunda mest edip takatsiz bırakır insanı. Sevgiyi hissetmenin, sevgi ile dolup taşmanın coşkusuyla nağmeler dizer yüreklere. İnsan bir ona, bir diğerine, daha sonra diğerlerine, bakar, bakar, söz sükûtu seçer, akıl inzivayı. Mevlâ der bir kuş, Mevlâ. “O’na” der, “O’nadır bütün medhiyeler. Her zerresinde büyüklüğü ve sanatı gizli olan bir yüce Yaradan’ın size sunduğu güzelliğiyiz biz. O‘ndan mesajız hepimiz. Her an yeniden yaratan, dirilten ve her an yarattıklarına sahip çıkıp kollayan bir makamı hayranlıkla zikirdeyiz.”

Yollar aynı gibi görünse de, mesajlar başka bir iç yolculuğu başlatır.      

İncelten, naifleştiren, aynı zamanda hüzünlü bir şiir gibi yüreği dolduran bir ağıt yakar bu sessizlikteki sesler. Mahzun, mahcup, yalnızlığımızın kalabalığında yürümeye devam edelim. Yürüyüş yapalım, kendimize doğru. Lütfen kendimiz için bir iyilik yapalım, her gün yürüyelim, görelim, duyalım. Yolculuğumuzu, kâinatın kalabalığıyla içimizde sürdürelim. Bu kalabalık bize çok iyi gelecek.