Kureyş Sûresi, Tîn Sûresi’nden sonra Mekke’de nazil olmuştur. 4 (dört) âyetten oluşmaktadır. Peygamberimiz’in (sav) mensup bulunduğu Kureyş kabilesinin nâil olduğu nimetleri bildirdiği için, bu sûreye Kureyş ismi verilmiştir.

Cenab-ı Hak, onlara ihsan buyurduğu nimetleri ifade ettikten sonra, bütün bunlara karşılık olarak, onların da kendisine inanıp ibadet etmelerini istemektedir. Unutulmamalıdır ki sûre isimleri de sûre ve âyetlerin Kur’an’daki yerlerinde olduğu gibi Allah’ın Rasûlü’nün beyanı ile bilinir.

SÛRENİN MEÂ

1-Kureyş’in ülfet ettirilmesi, güven ve barış anlaşmalarından faydalanmaları sağlandığı için,

2-Kış ve yaz seferleri onlara kolaylaştırıldığı için,

3-Artık bu evin (Kâbe’nin) Rabbine kulluk etsinler ki;

4-O, kendilerini açlıktan kurtarıp beslemiş ve her tehlikeye karşı onları güvenli kılmıştır.

MUHTEVÂSI

Bu mübarek sûre, Kureyş kavminin ticaret ve seyahat hususunda da ilâhî yardıma, ihsâna nâil bulunmuş olduklarından dolayı, şükür vazifelerini ifa ederek Harem-i Şerif’in Kerim sahibi olan Cenab-ı Hakk’a ibadette bulunmakla mükellef olduklarını îkaz buyurmaktadır. Yüce Rabbimiz, kendilerine sağladığı kolaylıklardan bahsetmekte ve kendisinin de Kâbe’nin Rabbi olduğunu hatırlatmaktadır.  

Bu sûreyle, şükrü unutan Kureyş taifesine, şükür ve ibadeti hatırlatarak, onların görevlerini beyan etmektedir. Yine, bir takım üstün sıfatlarını bildirip, mahlûkatın tek terbiye edicisi ve kanun koyucusunun kendisi olduğunu haber vermektedir.

Hepimiz biliriz ki, Mekke ve çevresi ekin ve bitki bitirmeyen kurak bir bölgedir. İşte bunun için bir âyette şöyle buyurulur:

-“Rabbimiz! Ben, çocuklarımdan (zürriyetimden) bazısını Senin Beyt-i Haramın’ın yanında, ekinsiz bir vâdiye yerleştirdim...” (14 İbrahim 37.)

Mekke’nin bu özelliğinden dolayı İbrahim (as), Rabbine böyle sesleniyor. Mekke ve çevresinin böyle bir konumda olması orada yaşayan kimseleri, geçimlerini temin etmenin yollarını arama hususunda düşündürmeye başlamış. Böylece onlar ticarete yönelmişlerdi. Kışın Yemen, yazın Şam tarafına giderek oradaki komşularıyla ticaret yapıyorlar, bu sayede geçimlerini sağlıyorlardı. Hatta Allah’ın yardımıyla zengin bile oluyorlardı.

Ayrıca onlar, Allah’ın evinin, yani Kâbe’nin halkı ve komşuları olduklarından dolayı, diğer insanlar onlara saygı gösterir ve ikramda bulunurlardı. İyi muamele içerisindeydiler.

Bu vesile ile onların menfaatleri arttı, ticaretleri genişledi, kazançları çoğaldı. Komşuları ile ticari anlaşmalar imzaladılar. Fakat bütün bu kolaylıklara ve Allah’ın bahşeylediği nimetlere rağmen onlar puta tapıyorlardı, sapıklık içerisindeydiler. İşte Cenab-ı Allah, Kureyş’e bu nimetlerini hatırlatmak ve kendisine ibadet etmelerini sağlamak amacıyla, Kureyş sûresini indirmiş ve onlardan kendisine ibadet etmelerini ve şükür içerisinde bulunmalarını istemiştir. Umûmî olarak da tüm insanlığı kendisine ibadete yani kurtuluşa çağırmaktadır.

SÛRENİN AÇIKLAMASI

1- “Kureyş’in ülfet ettirilmesi (güven ve barış anlaşmalarından faydalanmaları sağlandığı) için..."

Fil vak’asını gören ve ondan herkesten çok faydalanan, bundan dolayı Allah’ın birliğiyle tevhîd dinine, herkesten önce sarılması lâzım gelen Kureyş olduğu halde, Rasûlullah’ın (sav) Peygamber olarak gönderilmesi üzerine, puta-tapıcılıkta ısrar eden bu kavim, Cenab-ı Hak tarafından azarlanarak, Allah’a kulluğa sevk edilmek istenmektedir. Bunun için Cenab-ı Hak, ilk önce Kureyş’i, konumlarının değerine işaret etmek için isimlerini açıklayarak azarlamaktadır. Şöyle ki: “Kureyş’in uzlaşması için.”

ARAPLAR ARASINDA MEŞHUR: KUREYŞ 

Buradaki “îlâf” kelimesi hakkında değişik görüşler vardır: Bu kelime çoğunluk kıraate göre, “if’al” babından göründüğü için âlimlerin çoğunluğu ülfet ettirmek veya ettirilmek yani alıştırmak, alıştırılmak manâsıyla tefsir etmişlerdir.

Bir kısım tefsirciler de, bu kelimenin mufaale babından muahede (anlaşma) manâsına olduğunda ısrar etmişlerdir.

Zira bunu yalnız ülfet ve itilâf ettirmek, alıştırmak, alıştırılmak yahut andlaşma, anlaşma diye bir ihtimal üzerine hususi kılmak doğru olmayacaktır.

Şu halde “îlâf-i Kureyş”, Kureyş’i alıştırmak, ısındırmak, Kureyş’in alıştırılması, alışması demek olabileceği gibi, Kureyş’in birbiriyle yahut başkalarıyla andlaşması, anlaşması, îtilâf etmesi veya ettirmesi manâlarını da ifade eder. (Yazır, a.g.e., IX, 489.9

Kureyş, Araplar arasında meşhur, büyük bir kabilenin ismidir.

“Li îlâfi”‘nin lâm’ının “Fe’l-ya’büdû” ‘ye müteallık (dönük ve onunla ilintili) olduğu beyan edilmiştir. “Keşşaf sahibi Zemahşerî (h. 538) gibi dil kritikçileri de bunu tercih etmişlerdir. Bu taalluk, yani ilginin, doğrudan doğruya olmasa bile gizleme ve tefsir sûretiyle sahih olacağında hiç tereddüde yer yoktur. Bundan dolayı mealde bu yönü tercih etmek uygun olmaktadır. Hitap da Allah’ın Rasülüne olup Kureyş’e emir, emr-i ğaib olduğu için, manânın özeti şu olmuş olur:

Ey Muhammed! Rabbin’in o fil sahiplerine yaptığından başka Kureyş kabilesine daha bir çok özel ihsanları olmuştur, olacaktır. Bunların başlıcası onlarda veya onların lehine olan îlâf, yani meydana getirilen ve daha çok getirilmesi istenen ülfet ve anlaşmadır ki, fil olayından sonra bilhassa hatırlatılmaya değer. Ondan dolayı herkesten önce iman ve kulluk etmeleri lazım gelirken bunlara yanaşmayan o Kureyş’e tebliğ et. Çünkü biz onları uzlaştırıp anlaştırdık.

“SEN YİNE TEBLİĞ ET”

2-“Kış ve yaz seferlerinde faydalandıkları antlaşmaların kıymetini bilmiş olmak için...”

Ey Muhammed! Sen yine tebliğ et ki, onların meydana getirilmiş ve getirilecek ülfet ve anlaşması için.

“İlâfihim”: Önceki  “îlâf” yahut ondan bedel-i kül veya ba’zdır; yani bilhassa o kış ve yaz yolculuğuna yatkınlıkları, kışın ve yazın göçe, sefere ülfet ettirildikleri, alıştırılıp ısındırıldıkları veya daha çok alıştırılmaları için. Yahut kış ve yaz seferlerinde gittikleri yerlerde ülfet ve ünsiyete, yanı diyalog, yakınlık ve ilgiye mazhar edilmeleri için veya kış ve yaz seferi hakkında çevre insanlarıyla yakınlaşarak anlaşıp andlaşmaları için.

“Rıhlet” kelimesi ise, malûm olduğu üzere göç, sefer demektir. Yaz ve kış seferlerine gelince; Kureyşliler, ticaret için kışın Yemen’e, yazın da Şam tarafına Basra’ya sefer düzenlerlerdi. (İbn Kesir, a.g.e., IV, 553)

Aynı şekilde gerek ticaret ve gerekse diğer maksatlarla yazın yazlık olarak Taif’e göçerler, kışın da Mekke’ye giderlerdi. Kureyş’in yaz ve kışta toplam dört yere seferi bulunmaktaydı. Buhârî’de, onlara yaz-kış bir sıkıntının olmadığı ve onların, düşmanlarına karşı korundukları yer alır (Sahîh, tefsiru sûreti 106.)

Bu sûrede “îlâf” kelimesinin bedel yoluyla iki defa zikredilmesinde, her birinin bir manâya işaret olması muhtemel olduğu gibi, İbn Âmir kıraatinde birisinin îlaf, ikincinin ilaf olması açıktır. Bu itibarla da mealde “îlâf” lafzının bu iki manâyı içermek üzere aynen muhafazası lüzumu ortaya çıkar.

“EVİN RABBİNE KULLUK ET”

3- “Bundan böyle bu evin Rabbine kulluk etsinler.” 

İşte onlar böyle bir muvaffâkiyete, himâyeye nâil bulunmaktadırlar. Artık bu nimetlerden dolayı bu beytin, bu Harem-i Şerîf’in Rabbine, onun yüce sahibi olan Allah Teâlâ’ya ibadette bulunsunlar. İlahi birliği tasdik ederek, şükran vazifelerini ifaya çalışsınlar.

Yani Hz. Muhammed’in (sav) daveti üzerine Hakk’ı tanısınlar, şirk ve isyandan vazgeçsinler de, fil sahiplerinin saldırısından muhafaza buyurulmuş Beyt-i Atik (Eski Beyt) olan şu Kâbe’nin ortak ve benzerden uzak Rabb’ine ibadet etsinler, yalnız O’nu mabud tanıyıp O’nun emri gereğince ibadet ve kulluk yapsınlar.

Bu âyetle Rabbimiz, kendisine Kureyş’in kulluğunu isterken, zâtının önemli bir sıfatını bildiriyor. Beyt’in, Kâbe’nin Rabbı olduğunu, Kâbe’nin yegâne sahibi bulunduğunu ifade buyuruyor.

Bu âyetten anlaşılıyor ki; Kâbe dinimizde önemli bir konuma sahiptir. Çünkü Cenab-ı Hak, O’nun kendisine ait olduğunu haber vermektedir.

Kâbe, yalnızca dinimizde kutsal değildir. Bütün dinlerde mukaddes sayılır. Hz. Adem (as), onun ilk inşa edeni kabul edilmektedir. Fakat Kâbe, pek çok tamirat geçirmiştir. Hz. İbrahim (as) ve oğlu Hz. İsmail (as) birlikte Kâbe’yi yeniden inşa ederek tamir etmişlerdir. O zamandan itibaren, Kâbe akın akın insanla karşılaşmış, herkesçe kutsal bir mabed olarak kabul edilmiştir.

Kâbe’nin dinimizdeki yerini anlatmaya fazla gerek yok. Günde beş defa ona yönelerek namaz kılıyoruz. Namazda kıbleye yönelmek (istikbâl-i kıble), bilindiği üzere namazın dışındaki farzları yani şartlarındandır.

Yine Kâbe, her yıl yüzbinlerce Müslümanı ağırlamaktadır. Zira dinimizin temel farzlarından olan hac ibadetinin rükünlerinden birisi de Kâbe’yi tavaf etmektir.

“MÜTHİŞ BİR KORKUDAN EMİN KILDI”

4- “O, kendilerini açlıktan doygunluğa eriştirmiş ve korkudan da emniyete kavuşturmuştur.”

O Rab ki, onları, o Kureyş ahalisini, büyük bir açlıktan doyurdu ve müthiş bir korkudan emin kıldı Etraflarında halk, vahşet ve kötülük içinde vurulup çarpılırken Kureyşliler, O Beyt’in civarında, emin belde olan Mekke ve havalisinde emniyet buldukları gibi; harem ehli olarak, seferlerine de korkudan emin olarak gidip geliyorlardı. Hâlbuki O Beyt’in, O Harem’in layıkıyla ehli olabilmek için, bütün cihana karşı, etrafın o cehalet ve kötülüğünü ıslah, emniyet ve asayişini tesis, ihtiyaç içinde kıvranan fakirlere ve miskinlere gereğiyle yardım etmek, Allah’ın birliğini bilerek O’nun yolunda ve O’nun hükümlerini yerine getirme uğrunda çaba sarf ederek O’na lâyık kul olmak gerekirdi. Hasılı, Hak ve Tevhid dini olan İslâm’a kâmil iman ve sadakatle sarılarak, Asr Sûresi’nde özetlenen esas üzere çalışmak kaçınılmazdı.