Geçtiğimiz haftalar yazı dizimizin ilk iki bölümünde savaş senaryolarını masaya yatırmıştık. Yazı dizimizin 3 bölümünde ismiyle müsemma olamayan “Yakın tarihimizi” ve özellikle üzerinde durulması gerekenleri konuşmaya bu hafta da devam edeceğiz.

Kıymetli dostlar sizleri öncelikle selamların en güzeli olan Allah’ın selamı ile selamlıyorum. Yakın tarihimize derinden bakmaya birlikte başlıyoruz. Savaş öncesi dünya devletlerinin içinde bulunduğu durum gün geçtikçe daha da karmaşık bir hal alıyordu. Her şey bu kadar karmaşıkken Avrupa’nın Hasta Adam dediği Osmanlı Devleti için de durum her geçen gün zorlaşıyordu. Sultan Abdülhamid Han tarafından daha çok kısa bir zaman önce ön görülen büyük dünya savaşı artık Osmanlı Devleti’nin de kapısını çalmak üzere idi. Zaten devletin içinde bulunduğu durumda her geçen gün sıkıntıları arttırırken, Avrupa’nın güçlü devletleri artık açık açık Osmanlı üzerlerindeki niyetlerini ortaya koymakta idiler. Özellikle 1913 yılları sonunda Almanya ile Rusya arasında yaşanan Osmanlı üzerindeki güç mücadelesi Alman Kralı’nın “Bundan böyle Prusya ile Rusya sonsuza kadar dost olamaz” sözleri ile son bulacaktı. Tüm bu olanlara karşılık Dünya savaşının başlamasından itibaren Osmanlı Devleti bu güç dengesi arasında kendine yer bulmak için bir takım girişimlerde de bulundu.

Osmanlı savaştan önce paylaşılmıştı!

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önde gelen isimlerinden Talat ve Cemal Paşa bu dönmede İngilizler ile aynı masaya oturarak dünya savaşı esnasında İngilizlerin yanında yer bulabilmek için büyük çaba harcamış ancak İngiltere’den alınan en olumlu cevap “Rusya onay verirse Osmanlı Devleti İtilaf güçleri arasında savaşa katılabilir” olmuştur. Çünkü İngiltere de müttefiki olan Rusya’nın tek amacının Osmanlı topraklarını ele geçirmek olduğunu çok iyi biliyordu. 1904-1908 yılları arasında iki devlet arasında yapılan gizli görüşmeler ve antlaşmalarla dünya savaşından yıllar önce İtilaf Devletleri aslında hedefinin Osmanlı Devleti olduğu açık bir şekilde ortadaydı. (Savaş esnasında imzalanan gizli antlaşmalar da bunu net bir şekilde ortaya koyuyordu.)

Almanya hilafetten yararlanmak istedi!

İşte tüm bunları göz önünde bulunduran İttihat ve Terakki Cemiyeti bir taraftan İngiltere’nin başı çektiği itilaf grubu ile görüşmeler yaparken, bir taraftan da Enver Paşa öncülüğünde Almanya ile görüşmelere ara vermiyordu. Almanya da İngiltere gibi en başta Osmanlı Devleti’ni savaşta kendi yanına almaya çok sıcak bakmıyordu. Çünkü askeri ve ekonomik olarak çok zor zamanlar geçiren Osmanlı, Almanya için bir yük olarak görülmekteydi. Fakat özellikle savaş başladıktan sonra bu düşünce tamamen farklı bir durum almaya başlamıştı. Almanya köşeye sıkıştığı bir dönemde Osmanlıdan başka çıkış yolu bulamamıştı. Özellikle 1913 yılından beri Osmanlı ordusu içinde görev yapan Liman Van Sanders’in raporları bu konuda etkili olmuştu. Osmanlı Devleti askeri ve ekonomik olarak zayıf olabilirdi ancak Almanya için bulunmaz bir nimet olarak görülmeye başlanmıştı. Çünkü Osmanlı devleti hem stratejik olarak Almanya’nın yükünü hafifletecek, savaş daha geniş bir alana yayıldığı için Almanya rahatlayacak, hem de en önemlisi İslam Dünyasının lideri, Halifesi olan Osmanlı Padişahı diğer Müslüman ülkelerin özellikle İngiliz sömürgelerinde bulunan milletlerin ayaklanmasını sağlayacaktı.

İki grubunda farklı amaç ve hedefleri, etki altına almak istedikleri farklı devletler olsa da birleştikleri tek bir ortak nokta vardı oda tabi ki Devlet-i Aliye’nin göz kamaştıran stratejik zenginlikleriydi. Şunu net olarak ifade etmek gerekir ki, gerek daha önce imzalanan gizli antlaşmalar gerekse ortaya koyulan tavır gösteriyor ki: “Eğer Osmanlı savaşa girmez tarafsız kalırsa Rusya ve İngiltere’nin de Almanya’dan sonra ilk hedefi Osmanlı Devleti olacaktı.”

Parasını verdiğimiz gemileri İngiltere’den alamadık!

İşte bu düşünceler arasında İngiltere’nin Osmanlı’yı tarafsız kalmaya ikna etmeye çalıştığı bir dönemde 2 Ağustos 1914 tarihinde Osmanlı Devleti ve Almanya arasında bir dostluk antlaşması imzalandı. İmzalanan bu antlaşmaya göre savaş eğer Akdeniz’e sıçrarsa Osmanlı Devleti de bu konuda Almanya’ya destek olacaktı. Fakat Almanya’nın savaşın Akdeniz’e sıçramasını bekleyecek kadar vakti yoktu. Bunun için derhal bir plan yapıldı. Akdeniz de İngiliz gemilerini bombalayan iki Alman gemisi Çanakkale Boğazı’ndan geçerek Osmanlı Devleti’ne sığındı. Gemileri isteyen İngilizlere bu gemilerin satın alındığı söylendi. Çünkü savaştan önce Osmanlı Devleti parasını peşin olarak ödediği iki savaş gemisini İngiltere’den alamamıştı. Bu sebebi öne sürerek gemilerin Almanya’dan satın alındığı söylendi. Böylelikle Goben ve Broslaw isimli bu iki Alman gemisi Yavuz ve Midilli ismi ile Osmanlı donanmasındaki yerini almış oldu.

Osmanlı Bayrağı çekilmiş olan bu iki Alman gemisi Karadeniz de bulunduğu bir esnada yönünü Rusya limanlarına çevirerek Rus Limanlarını bombalamaya başladı. Bu olay üzerine Rusya’nın Osmanlı Devletine savaş ilan etmesi ile beraber artık Osmanlı Devleti de resmi olarak dünya savaşına dâhil olmuş oldu. Karadeniz Baskını olarak bilinen bu olaydan sonra Osmanlı Devleti’nin savaşa dâhil olması ile beraber savaşın gidişatındaki ilk köklü değişiklik te yaşanmış oldu.

Tam olarak köşeye sıkışmış olan Almanya Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesi ile büyük bir nefes aldı. Her ne kadar Avrupa üzerindeki savaşa büyük destekler veremese de Osmanlı Devleti’nin açacağı cepheler Almanya’yı rahatlatmıştı. Özellikle Ruslara karşı açılan Kafkas Cephesi ile Ruslar güçlerinin büyük bölümünü buraya kaydırmak zorunda kaldı. Almanya’nın yoğun baskıları ile açılan Kanal Cephesi ile de İngilizler Sömürgelerine giden yolları kontrol altına alabilmek için güçlerinin büyük bir bölümünü buraya kaydırdı. Bunun dışında Osmanlı Devleti’nin açtığı bu iki taarruz cephesinin dışında 5 cephe de daha İtilaf Devletlerine karşı savunma mücadelesi verdi.

Osmanlı mücahitleri savaştıkları her cephede ayrı ayrı destanlar yazmış, her yerde Müslüman halkın geleceği için canları ile mücadele etmiş, her cephede ayrı bir kahramanlık hikâyesi bırakmıştı.

Yedi düvel yedi cephede

Osmanlı Devleti Birinci Dünya savaşı esnasında yedi cephede 1914-1918 yılları arasında dört yıl boyunca ölüm kalım mücadelesi vermiş, Türk Tarihi’nin en şanlı sayfalarını yazmıştır. Kafkasya da, Filistin’de, Sina’da, Hicaz’da, Yemen’de, Çanakkale’de ve Irak’ta destan yazan kahramanların attığı her adım geleceğe yön verecek eşsiz ve büyük bir destandır.

Şanlı mücahitler Halife Hazretleri’nin kutsal cihat çağrısına uymuş ve dünyanın dört bir yanında İslam sancağını dalgalandırmaya başlamışlardı. Gittikleri her yeri “Allahu ekber” nidaları ile inleten adeta dosta güven düşmana endişe veren Müslüman Osmanlı askerleri gittikleri her cephede ayrı destanlar yazmışlardır. Sultan Abdülhamid Han Hazretleri’nin dediği gibi bizde “Kanla alınan topraklar ancak ve ancak kanla verilirdi.” Vatan, Din ve Namus bizim için bugün olduğu gibi dün de vazgeçilmezdi. Asırlarca tüm dünya insanlığına, Ümmeti Muhammed’e sadece hizmet eden Osmanlı için artık varoluş mücadelesi başlamıştı. Sadece düşmanın silahına karşı değil savaş içinde oynadıkları oyunlara karşı da mücadele verilmişti. Asırlardır olduğu gibi bu topraklar üzerinde yine Hilal ve Haç’ın savaşı bu sefer daha ateşli bir şekilde başlamıştı.

Plan değişti Osmanlı içerden yıkılacak!

İşte bu durum içerisinde bütün oyunlarını sergilemelerine rağmen Çanakkale Deniz ve Kara Muharebeleri’nde büyük bir hüsranla uğradılar. Çanakkale’den eli boş dönen İngilizler bu sefer Osmanlı Devleti’nin elinde bulunan zengin petrol yataklarını elde etmek için Irak üzerine saldırıya geçtiler. Fakat burada da Kahraman Mehmetçiklerimizin, mücahitlerimizin destansı mücadelesi ile karşı karşıya kaldılar. Kut’ül Amare’de tarihte görmedikleri bir yenilgi yaşadılar. Beklemedikleri bu mücadele onları artık daha farklı oyunlar oynamaya sürüklemişti. Savaş meydanında oynadıkları bütün oyunlara, kurdukları bütün planlara rağmen hasta adam dedikleri Osmanlı Devleti bir türlü diz çökmemiş tam aksine oynadıkları bütün oyunlar kendi üzerlerine dönmüştü. Yaşanan tüm bu olumsuzluklarla İngiliz Parlamentosu adeta karışmış, basın hükümeti yerden yere vurmaya başlamıştı. Artık Kut’ül Amare de alınan en az Çanakkale de olduğu kadar büyük olan hezimetleri ile taktik değiştirme yoluna gitmişler, savaş meydanlarında oynadıkları oyunlarla yenemedikleri, diz çöktüremedikleri Osmanlı Devleti’ni içerden işgal etmek için zaten başlamış olan girişimlerini iyice hızlandırmışlardı… Artık İngilizlerin yazdıkları senaryoları oynayacak içerde kendilerine hizmet etmek için bekleyen hücrelerini harekete geçirmişlerdi.