Türkler, Altay Dağları’ndan çıktıkları tarihî yolculukta doğuya batıya ilerleyerek dünyanın her yerine yayıldılar. Tarihin akışına yön verdiler. Bazı bilim adamları, dünya tarihini Türkler olmadan yazmanın imkânsız olduğunu söylüyorlar. Türklerin temel vasıflarından biri hareket halinde olmalarıdır. Kadim tarihlere dayanan yolculuk bugün de sürmektedir. Dünyanın neresine giderseniz gidin bir Türk’le karşılaşırsınız. Bu yoğun hareketlilik, gidilen yerlerde izler bırakmayı da beraberinde getirmiştir. Türklerin olmadığı yerlerde de onlara dair ilginç hikâyeler duyarsınız. Bir zaafı burada hatırlatmak isterim, bu büyük hikâye çok fazla kayıt altına alınmamıştır. Kayıt altına alanlar ise çoğunlukla yabancılar olmuştur. Böyle de olunca kendi tarihimizi yabancıların gözünden öğreniyoruz.  Son yıllarda çok sayıda bilim adamının bu konulara el atmasıyla büyük bir gelişme olduğunu da söyleyelim.

Orta Çağ, Batı için karanlık çağ iken Türklerin altın çağı olarak tanımlasak yanlış olmaz. Viyana’dan Çin’e uzanan topraklarda Türk hâkimiyeti varlığını sürdürmüştür. Balkanlardan Orta Doğu’ya, Kuzey Afrika’ya uzanan Osmanlı Devleti’nin yanı sıra Hint coğrafyasında ise Babür İmparatorluğu dünyanın büyük bölümünü yönetiyordu. Hindistan’dan Viyana’ya kadar Türkçe hâkim dildi. Almanlar, Fransızlar daha millet olmadan önce onlarca devlet kurmuş Türklerden söz edebiliriz. Türkler İslâm’la tanışınca manevî olarak daha da güçlenmiş, “îlâ-yi kelimetullah” uğrunda yüzlerce yıl İslâm’ın bayraktarlığını yapmışlardır. İslâm ile Türklük, ırkî bir kimlik olmaktan çıkarak kültürel kimlik olmuştur. Türklük İslâm’la o kadar iç içe geçmiş ki 1992 yılında Müslümanları yok etmek isteyen Sırpların “hadi şimdi Türkler gelsin de sizi kurtarsın” diye soykırım yaptıklarını bütün dünya biliyor.

Türklerin batıya yolcuğunun ana durağı Anadolu olmuştur. İkinci büyük yolculuğu ise Anadolu topraklarından olmuştur. İkinci durağın merkezi İstanbul’dur. İstanbul Roma’nın, Bizans’ın, Osmanlı’nın mayasıyla yoğrularak medeniyetin, kültürün sanatın merkezi olmuştur. Bu mayanın içinde hem Batı hem Doğu vardır. İstanbul bundan dolayı Doğu için de Batı için de bir efsane kimliktir.

Sovyetlerin cenderesinden kurtulan ata topraklarında yaşayan Türkler, Türkiye Türklerinin onlara olan ilgilerini bazen anlamdıramamaktadırlar. Türk Devletler Teşkilatının İstanbul’da kurulması ata yurtla olan irtibat için ileri bir adım olmuştur. Devletler arasında oluşturulan bu çatı kurumun temelini ticaretle, sanatla, eğitimle doldurmalıyız.

Türkiye çok yönlü, çok boyutlu bir politika izlemelidir. Türk dünyası, İslâm dünyası ve nihâyetinde bütün dünya ile ilişkileri dengeli bir şekilde yürütmelidir. Yakın çevremiz Osmanlı’dan sonra huzur yüzü görmedi. Resmî görüşmelerin dışında yapılan sohbetlerde bunu görmek mümkündür. Bu coğrafyada zayıflığa yer yoktur. Daha önceleri yaptığımız gibi güçlü olup herkese adaleti hatırlatmalıyız. Yaşadığımız günler ve çağın giderek buna ihtiyacı artıyor. Türkiye’yi yürüdüğü yoldan saptırmaya çalışanlar eziklikten kurtularak “Büyük Türkiye” için çalışsalar kısa zamanda ne kadar çok mesafe aldığımızı görebileceğiz.