Önümde boş bir sayfa var. Tam, “Açlık oyunları” diye bir başlık atıp, yazacaktım ki durdum. Tüm açlıkları anlatıp, ete aç olanın doyduğu ve mutlu olduğunu anlatıp; kalp açlığının asıl açlık olduğunu yazacakken, geri adım attım. Zira, ete olan açlık dediğimde popüler siyaset, ekonomi, mutfaktan bahsettiğimi düşünecek ve beni yanlış anlayacak niceleri olduğunu düşünüp, vazgeçtim. Ama, etin çağrısıyla yaşayan insanların dünyayı yoğun bir et kokusunun sardığını fark etmediklerini de gördüm. Hatta varoluş sorularını, sorunlarını, dertlerini, acılarını, sevinçlerini, anlamları et üzerinden şekillendirmediklerini de gördüm. Doymayan yanlarına aşk, sevgi, iman, kalp, ruh adını verseler de bir yaban ete değdiklerinde soğudukları, ateşlerinin gittiğini, közlerinin savrulduğunu gördüm.

Bu sebepten olsa gerek vuslat için; etlerin, canların, cananların vuslatının farklı olduğu söylenir. Etin vuslatını et, canın vuslatını nikâh, cananların vuslatını ise sonsuzlukla kalp ederlermiş. Et açlığını en büyük dert bilen hayvan, can açlığını en büyük dert bilen beşer, canan açlığını dert edinen ise insan imiş. Etin peşinde koşan daim ben diyen; canın peşinde koşan biz diyen; canan için dertlenen ise ne sen ne ben diyen imiş.

Sabah gibi bir şeyden bahsediyorum aslında. Bize ait olmayan ama bizi sarmalayan bir şeyden. Herkesin sabahı bir başka olsa da sabah her daim ferah, uyarıcı, diri, diriltici bir çağrıyla gelir. Gözü olana gün ışımıştır, dediler. Gözünüz varsa sabah tüm şualarını verir. Uykulu iseniz sabah size düşmandır. Gözünüz var, uyanıksınız ama sabaha bakmıyorsanız nasibiniz kesilmiştir. Sabah ticaretin, avın, savaşın, yürüyüşün, canlılığın, alışverişin başladığı andır. Panayırın açıldığı vakittir. Dünya adlı panayırda et arayan da, can arayan da, canan arayan da bu panayırdan gelir ve geçer. Sabahın içinden geçenler ve ona ihtiram edenler cananın kokusunu alırlar. Sabaha yetişelim deyip onu vasıta gibi görenler canlarını şenlendirirler. Sabah da ne kardeşim, pazara geldik diyenler envaı çeşit etlerin olduğu kasapların yanına mutlaka varırlar.

Sabah, manadır. Sabah, erkenden elimize verilen bir kese altındır. Bu pazarda bir kese altını bir dilenciye verip tüm madenlerin sahibi olanlar da var; bir kese altınla panayırdaki en pahalı etleri alıp da yine doymayanlar var.

Sabah, kalptir. Belki de bu sebeple bir kalbiniz var, onu koruyun, denilmiştir.

Haremgâhını bedeni belleyen etle doyar.

Haremgâhını ruhu belleyen, ibadetle doyar.

Haremgâhını malı belleyen toprakla doyar.

Haremgâhını canı belleyen ölümle doyar.

Haremgâhını kalbi belleyen sonsuzluktan bir yudum alır da çekilir kenara.

Çünkü kalp Allah’ın, sonsuzluğun, kalıcı olanın ayetidir. Hatta ve hatta insanın en büyük ayeti, remizi, dengesidir. Kalp saatinde ayarı bozan ömür boyu sendeler. Kalbini merkezde belleyenin saflığı yanında, kalbe en büyük naip olan akla kibir cengâveri bindiğinde tüccarlık başlar. Ki kalp satılığa çıkmaya görsün… Her hadisede, varlıkta akıl terazisini çalıştıran güdük kalmaya mahkûmdur.

Dünya sonsuz ve malları ucuz bir panayırdır. Panayırda ne aradığını bilmeyenlerin sepeti her gün dolup boşalır. Ve her gün ne almışlarsa odur kıbleleri. Oysa gönlüne kıble bulan o pazardan sabah rüzgarı gibi esip geçer. Gönüldaş arayan varıp da çengellere takılmış yüreklere mi baksın?!

Hasılı:

Etin açlığı, her ayrılıktan sonra özne dahi bulsa nesneye sarılınca geçer.

Aklın açlığı, canın açlığıdır ki dildaş bulduğunda, bilgiyle doyar.

Kalbin açlığı ki ancak gönüldaş ile sükûn bulur ki gül alırlar gül satarlar, gülden terazi kurarlar, derler bunlar için.

Ruhun açlığı ki canan açlığı zannetsek de; et de, akıl da, kalp de muradına erse dahi ruh muradına eremez!

Ve tüm açlıkların kalbinde ruhun açlığı vardır da ki önüne et atar, kimi dildaş atar, kimi gönüldaş atar. Lakin yine de bir kalbiniz var! Kalbin gıdası sabah kadar temiz bir şey olsa gerek!

Şükür bugün de siyasi, ekonomik, popüler bir şey yazmadım! Amin.