Geçenlerde lise öğrencisi bir kız öğrencim “Ben evlenmeyeceğim, asla özgürlüğümden vazgeçmeyeceğim.” şeklinde bir cümle sarf etti. Benim de kız çocuğum olduğu için bu durum garibime gitti. Çünkü kız çocukları tıpkı erkek çocukları gibi lise döneminden itibaren evlilik hayalleri kurmaya başlar. Rahat bir yaşam, iyi bir iş ve her anlamda güzel bir eş bu yaştaki gençlerin gelecek endişeleri içinde başta gelir.

Kız öğrenciyi yanıma çağırarak nereden bu kanaate ulaştığını sordum. Amacım aileden kaynaklı bir sorun olup olmadığını tespit etmekti. Çünkü şiddetin yaygın olduğu ailelerde genellikle böylesi psikolojik durumlar yaşanabiliyor. Fakat aldığım cevap beni hem şaşırttı hem de endişelendirdi.

Kız öğrencim Netflix’te bir dizi izlemiş ve bu dizinin kahramanı olan kızdan oldukça etkilenmiş. Nedir ne değildir diye oturdum öğrencimin bahsettiği diziyi izledim. Filmde anne babasını henüz bebekken kaybetmiş yetim bir kız çocuğunun önce yetimhanede sonra da evlatlık olarak verildiği yeni ailesinde başından geçenler anlatılıyor. Filmin konusu 1890’lı yıllarda Kanada’da küçük bir kasabada geçiyor. İlk bakışta oldukça duygusal ve masumane gelen dizinin satır aralarına baktığınızda verilen vahim mesajları görebiliyorsunuz.

Bir roman uyarlaması olmasına rağmen dizide orijinal metne aykırı şekilde sapkınlıklara yer vermiş. Dizi o kadar planlı şekilde senaryolaştırılmış ki mükellef bir sofrada karnınızı doyurduğunuzu zannederken azar azar zehirlendiğinizi fark edemiyorsunuz. Zehrin dozu bölümler ilerledikçe artıyor. İkinci ve nihayet üçüncü sezonda her şey aşikâr hale geliyor fakat diziye bir defa başlayan biri illaki sonunu görmek isteyeceği için diziden vazgeçemiyor.

1890’lı yıllarda alenen konuşulması söz konusu olmayan günümüzün sapkınlıkları planlı şekilde diziye eklenmiş. Biz buna anakronizm diyoruz. Yani tarihi gerçekleri bugünün gerçekleriyle bozmak. Orijinal romanında yer almamasına rağmen dizinin senaryosunda eşcinsellik, feminizm, toplumsal cinsiyet gibi konular “cesur kız” mottosuyla öne çıkarılmış. Dizinin yapımcısı Netflix bu diziyle kısaca şu mesajı veriyor: “Eşcinsellik, feminizm ve her türlü cinsel özgürlük sadece bugünün değil yüz yıl öncesinin de meselesidir.” Netflix bu mesajını öylesine ustalıkla veriyor ki asıl konunun masum bir yetimin dramı olmadığını sonraları anlayabiliyorsunuz. Bahsettiğim dizinin Netflix’in en masum yapımlarından biri olduğunu söylersek diğer yapımlarının ne derece çarpık olduğunu varın siz tahayyül edin.

İnternet üzerinden film yayınlayan en büyük platform olan Netflix 2013'te “House of Cards” adlı ilk dizisinden bu yana sadece Türkiye’de 4400 yapımı gösterime sokmuş. Bu rakam ABD’de 6000’i geçiyor. Platformun 200’ü aşkın ülkede 400 Milyon civarında abonesi bulunuyor. Netflix dizileri kendi paralı sitesinden daha çok diğer korsan siteler yoluyla milyarlarca insan tarafından takip ediliyor. Özellikle ülkemizde genç nesillerin büyük kısmı ücretsiz korsan siteler üzerinden bu dizileri takip ediyor. Bu sebeple de Netflix adresi üzerinden yasaklanan yapımlar bile bu sitelerden görülebiliyor.

Netflix’in kurucusu Marc Randolph Avusturya kökenli bir Yahudi aileden geliyor. Netflix tarafından yayınlanan tüm dizilerin ortak bir yönü var: Eşcinselliğin özendirilmesi ve LGBT’nin normalleştirilmesi. Netflix istisnasız tüm dizilerinde az ya da çok bu konuya yer veriyor. Netflix bunu planlı ve bilinçli şekilde yapıyor. Buna ek olarak dini değerlerin aşağılanması, anarşizm ve dünya vatandaşlığı vurgusunu da sayabiliriz. Netflix tarafından pompalanan bu içerikler yeryüzündeki farklı kültür, din ve değer havzalarını tek bir potada eriterek cinsiyetsiz, dinsiz, vatansız, kültürsüz tek bir insan tipi ortaya çıkarmayı hedefliyor.

Türk yapımı Netflix dizileri de bu ortak amacın izleriyle dolu. Netflix hangi ülkeden olursa olsun kendisi için dizi üretecek yerel yapımcılara adeta “Senaryonuzda mutlaka LGBT vurgusu bulunmalıdır” şartı koşuyor.  Kısacası Netflix amacını gizleme gereği duymadan özellikle İslam coğrafyasında sapkın bir nesil yetiştirmek için çalışıyor. Ülkemizdeki LGBT oluşumlarının 2013’ten bu yana katlanarak arttığını dikkate aldığımızda bu konuda kısmen başarıya ulaştıklarını da söyleyebiliriz. Netflix’in bu faaliyetleri küresel sermayenin amiral gemisi olan ABD tarafından da destekleniyor. Devletimizin bu konuda behemehâl adım atması lazım. Bu şekilde giderse eldeki tek sermayemiz olan genç nesillerimizi de kaybedeceğiz.