Yazının başlığını bilerek ve isteyerek “İlahi Komedya” değil de “İlahi Komedi” olarak attığımı ifade ederek sözlerime başlamak istiyorum. Dante’nin İlahi Komedyası’nda anlatılanlarla ondan neredeyse altı yüz sene önce yazılmış İbn-i Arabi’nin Miraçnamesi’ni isimler dışında birbirinden ayırt etmeniz imkânsızdır.

Kıymetli dostlar öncelikle hepinizi selamların en güzeli olan Allah’ın selamı ile selamlıyorum. Rabbim bizleri haktan, hakikatten ayırmasın. (Amin…)

Araştırmadan, düşünmeden ve özgün fikir ifade etmekten yoksun, papağan modeli ile kendilerine ezberletilenler dışında başka bir fikri ifade edemeyen, onlara sunulan her şeyi adeta ilahlaştıran, kendi medeniyetine düşman “Batı aşığı” aydınlarımızın çokluğunu düşünecek olursak bu cümleyi en başta kurmamda fayda var. Çünkü kendileri gibi sadece kitap kapakları ile hayat geçirmeye çalıştığımızı düşünen bu sözüm ona aydınlar “Şuna Bak Dante’nin İlahi Komedyası’ndan da haberi yok” diye veryansın ederler. Bizi yerden alıp yere vururlar. Vay efendim sen nasıl sözüm ona Batı klasiklerine söz söyleyebilirsin! Kimiz biz ki Shakespeare’e, Montaigne’e, Dante’ye laf söyleyeceğiz? Adamı topa tutarlar. Ne cahilliğiniz kalır ne de yobazlığınız. Daha önce biz buna çokça şahitlik ettik. O yüzden en baştan tedbirimizi alalım. Yoksa Türk ve Müslüman düşmanı olduğunu saklayarak kulağımıza fısıldaya fısıldaya ilahlaştırdığınız tüm grubatın yazdıklarından haberimiz var efendim.

Matbaa hikâyesi!

Daha önce de birçok defa ifade etiğim gibi bugünkü bilim ve teknolojinin temeli bundan yüzyıllar önce Doğu’nun saraylarında, rasathanelerinde ve medreselerinde Müslüman bilim insanları tarafından atılmıştır. Peki, karanlığın ta en dibine gömülmüş, cahiliye kültürüne sahip Batı düşüncesi (Batı medeniyeti kelimesini özellikle kullanmadım. Kan ve gözyaşı üzerine inşa edilmiş bu model için medeniyet kelimesini kullanmak bana çokta hoş gelmiyor.) nasıl bu bilgiye ulaştı? Bu süreci çok çok eskilere götürmek elbette ki mümkün. Mesela “Gutenberg matbaayı 1440’ta icat etti.” Yalanına hepinizin kulakları aşinadır. Nasıl yani matbaayı Gutenberg icat etmedi mi? Sorularını duyar gibiyim. Evet, efendim maalesef bize dayatılan birçok bilgi gibi buda büyük mücadeleler vermemize rağmen bir türlü millileştiremediğimiz ancak hiçbir zaman umudumuzu kaybetmediğimiz tarih anlayışımızın bir parçası. Konu konuyu açıyor ama bu konuya da açıklık getirmeden geçemeyeceğim. Efendim matbaa asırlar önce Çin’de bulunmuştu. Hareketli harfler falan hikâye. Bunların huyudur yalanları ortaya çıktıkça yalanlarına kılıf ararlar. Velhasıl hem Anadolu’da hem de Asya’da matbaa zaten biliniyordu. Öyle” Gutenberg büyük aydınlık ve özgürlük kahramanıydı.” “Osmanlı’nın geri kafalı ulemaları matbaaya karşı çıktı. Aydınlanmamızı engelledi.” yalanlarına sakın ha sakın inanmayın. Mesela soru sorun bu kahraman Gutenberg bu doğudan devşirip kullandığı matbaa da ne bastı deyiverin? Nasıl bir şok yaşadıklarını gözlerinden okuyacaksınız. Çünkü köpük kahramanlar üretmeyi seven batının aydınlanma karamanı Gutenberg matbaasında tahrif edilmiş İncil dışında çok az şey basmıştır. (O çok az şey de Papazların izin verdikleri dışında şeyler değildi.)

Osmanlı uleması matbaaya karşı çıktı yalanı

Peki ya Osmanlı ulemaları? Efendim ilk emri “Oku!” olan ve aynı ayetin hemen peşinden dördüncü ayette “O Rab ki insana kalemle yazmayı öğretti.” Diyen bir dinin yazıya verdiği önemi şuanda tek tek anlatmayacağım. Ancak şunu net olarak ifade edebilirim ki öyle birilerinin anlattığı gibi bu genellemeyi yapabilecek kadar ulema düşmanlığına gerek olacak bir durum söz konusu değil. Ancak Kutsal kitap Kuran-ı Kerim’e ve onun ayetlerini ilmik ilmik işleyen hattatların ortaya koydukları eserlerle kıyaslanamayacak hatta yan yana getirilemeyecek kadar basit ve berbat harf karışıklıklarını gören ulamaların bu matbaa denen alete küçümseyerek bakabildiklerini düşünmüyor da değilim. Velhasıl konunun özünü kısaca ifade edecek olursak Avrupa da matbaa Türklere ve Müslümanlara düşmanlık yapmak için çok işe yaramış olabilir ancak sözde aydınlanmayı yaşayan Avrupa ile aynı dönemde bir kütüphanede bulunan ortalama kitap sayılarını kıyaslayarak konuyla ilgili nihai sonuca ulaşılabileceği kanaatindeyim. Mesela 14. Yüzyılda Avrupa’nın en büyük kütüphanelerinde ortalama 1000 – 1500 kitap bulunurken doğudaki sıradan bir medresede 100.000 den az kitap olmadığını gördüğümüzde işin aslında gerçekten kavrayabiliriz diye düşünüyorum.

Aristo’nun, Sokrat’ın kitaplarını Kur’an sanıp yaktılar!

Neyse, Matbaa meselesine girdik konudan uzaklaştık sanmayın efendim. Ne diyelim kanayan yaramız çok. Gerçekler bu kadar aleni olarak gün gibi ortadayken insanın gözünün içine baka baka söylenen yalanlarla bir neslin yok edilmeye çalışıldığını gördükçe içimiz acıyor. Yaraların derinliğini gördükçe de hangisini tedavi edeceğiz şaşırıyoruz bazen.

Özellikle İspanya’da kurulan dünyanın en büyük bilim devleti olan Endülüs’le birlikte 12. Yüzyıldan sonra Müslüman Bilim insanlarının bilime yön veren çalışmaları batılılar tarafından Latince ’ye tercüme edilmeye başlandı. (Kendi Latince kitaplarının birçoğu dâhil Arapçadan tekrar Latinceye çevrilmiştir.) İşte bu dönem belki de bu sürecin kırılma noktası olacaktı. Engizisyon mahkemeleri ile bütün bilimsel çalışmaları yok sayan, İncil dışında hiçbir kaynağı kabul etmeyen skolastik düşünce olarak ifade ettiğimiz bağnazlıkla çevrili Batı dünyasının bu bilgileri kabul etmesi de elbette çok kolay olmadı. Çünkü onlara göre Türkler ve Müslümanlar Şeytandı. Arap harfleri ile yazılan tüm eserleri hatta Aristo’nun, Sokrat’ın birçok eserini de Kuran-ı Kerim sanarak yakan cahiller topluluğu için bunları söylemek çok yadırganmaması gereken bir şeydir diye düşünüyorum.

Biliyor musunuz hepsi Türk ve Müslüman düşmanı!

Aslında bu meselenin devamında hazır konuyu açmışken konuşulması gereken çok isim var. Belli mi olur belki ilerleyen yazılarımızda çoğunun ismine aşina olduğumuz bugün hâlâ Batı düşüncesine yön veren Shakespeare’i, Montaıgne’i, Montesquieu’yu, Marco Polo’yu, Erasmus’u, Cervantes’i, Victor Hugo’yu, Dostoyevski’yi, İngiliz tarihçi Steven Runciman’ı, Alman Franz Babinger’i ve daha ismini sayamadığımız yüzlercesinin Türk ve Müslüman düşmanlıklarını yazarız ne dersiniz? İçimize kadar girmiş, bizdenmiş gibi konuşup yazıp çizen yukarıda saydığım isimlere adeta âşık olan onlarsız edebiyatı, sanatı ve tarihi düşünemeyen batı aşığı sözde aydınlarımız kızar mı? Kızarlar mı kızamazlar mı bilmem ama gün gibi aşikâr gerçekler ortadayken bunların fikirlerinin gencecik yavrularımıza dayatılması her Türk ve Müslüman’ın karşı çıkması gereken bir husustur. Bakın yanlış anlaşılmasın kimseye Shakespeare’i, Dostoyevski’yi, Cervantes’i, Victor Hugo’yu okumayın demiyorum! Okumadan önce bunların kim olduklarını iyi tanıyalım. İlahlaştırıp kutsamayalım diyorum!

Dante bir hırsızdır!

Hepimize hümanizmin öncüsü olarak tanıtılan Dante’nin Türk ve Müslüman düşmanlığına ve hatta İtalyan edebiyatının ana kaynaklarından Hristiyanlığın en büyük şiirlerinden kabul edilen İlahi Komedyasında Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (sav) ve Hz. Ali Efendimizi nasıl cehennemde tasvir ettiğini konuşmayacağım. Ancak Müslümanların bütün ayrıntılarına hâkim olduğu Hz. Peygamber’in Miraç hadisesinin isimlerini değiştirip, kendini başrole koyarak tekrar hikayeleştirdiği, bugün bile tüm zamanların en iyi edebi eserleri arasında saydıkları “İlahi Komedya” olarak milletin önüne sürmesi bence üzerinde önemle durulması gereken bir meseledir.

Çoğumuz yakından tanımasak da Dante ismine aşinayızdır. Birçok Batılı yazara ve esere aşina olduğumuz gibi. İlahi Komedya’yı da belki de çoğumuz okumamışızdır ama adını ezbere biliriz. O zaman size bir şey itiraf etmeliyim! Dante İlahi Komedyası’nı Müslümanlardan çaldı! Evet, evet yanlış duymadınız öve öve yere göğe sığdıramadıkları Dante’nin İlahi Komedya’sı tam bir komedi! Adam resmen İslam tarihinde çok önemli yer tutan büyük İslam âlimleri tarafından kaleme alınan Miraçnameleri önüne almış isimleri değiştirerek tabiri caizse kopyala yapıştır yapmış! Bir tarafta Miraç mucizesinde Hz. Muhammed (sav) ve Cebrail (as), diğer tarafta İlahi Komedya’da Dante ve Virgil…

Burada İlahi Komedya ve Miraç mucizesinin benzerliklerini tek tek yazmayacağım. Fakat şunu net olarak ifade etmeliyim ki Dante’nin İlahi Komedyası’nda anlatılanlarla ondan neredeyse altı yüz sene önce yazılmış İbn-i Arabi’nin Miraçnamesi’ni isimler dışında birbirinden ayırt etmeniz imkânsız. Günah işleyenlere verilen cezalardan tutun da şeytanın tasvirine kadar ve hatta şeytana verilecek cezaya kadar her şey birbirinin aynısı.

Ne diyelim, hâlâ daha gözlerini batı aşkı bürümüş aydınlarımıza ilanen duyurulur!