Geçtiğimiz hafta Atatürk Kültür Merkezi’nde bir tiyatro oyununun gala gösterimine katıldım. Oyunun adı: Lâl. Afişi gördüğünüzde dilsiz bir kişinin çığlıklarını mı sahnelediler diye düşünebilirsiniz. Fakat oyun dilsizliğin gönül genişliğine dönüştüğü yerden anlatıyor hikâyeyi.

Lâl oyunu, Şair ve Mutasavvıf Şemseddin Sivasi’nin hayatını konu alıyor. Oyun Sivas Belediyesi’nin katkılarıyla yapılmış. Oyun, kültür dünyamıza armağan edilmiş adeta. Belediyelerin özel tiyatro oyunların yapım ve projelerine bu denli sahip çıkmaları çok sevindirici. Keşke belediyelerimizin yıllık tiyatro yapım üretim fonları olsa da bu emekler istikrarlı süreçlerde ilerlese. Kim bilir belki bir gün…

Yazar Fatih Duman’ın Lâl adlı kitabından yola çıkılarak hazırlanan oyun Ferah Tiyatrosu Sanat Yönetmeni Hakan Güneri tarafından oyunlaştırılmış. Ferah Tiyatrosu ve Hakan Güneri’yi takip edebildiğim kadarıyla bir biyografi tiyatrosu haline dönüştüğünü görüyorum. Bu durum da tiyatromuz açısından çok sevindirici. Avrupa’da ve Amerika’da arka planda olan birçok şahsiyetin bile tepemize çıkarıldığını düşünürsek Ferah Tiyatrosu çok önemli bir yerden ele almış meseleyi. Yunus Emre, Yusuf Has Hacib, Cahit Zarifoğlu, Hacı Bektaş-ı Veli ve şimdi de Şemseddin Sivasi Ferah Tiyatrosu ile yeniden hayat buldu. 1924 yılında kurulan ve  Türk Tiyatrosu’nda ciddi izler bırakan Ferah Tiyatrosu gibi 21. Yüzyılın Ferah tiyatrosu da Türk Tiyatrosu’na derin izler bırakıyor. Yerliliğin ve milliğin konuşulduğu kültür sanat dünyasına örnek olmasını temenni ederim. Dilerim Ferah tiyatrosunun şahane bir sahnesi olur ve özgür üretim alanını geniş bir halde yaşar.

Oyunları kritik etmek çok zordur. Hele hikayesi derin olanları çok daha zor. Aslına bakarsanız bu oyunu kritik etmek de bu köşeye sığmaz gibi duruyor. Fakat o geceye dair bazı hissetiklerimi hemen aktarayım. Lâl oyununu AKM’de izlemek büyük keyifti. AKM’nin tamamını gezme fırsatı bulamasam da Taksim Meydanı’nda bu denli nezih bir salonda oyun izlemek çok mutlu etti beni. Oyunu heyecanla bekleyen kalabalık izleyici topluluğu da yerini alınca güvenli bir şekilde nefesimi tuttum.

Bir şair ve Allah dostu olarak nitelendirebileceğimiz Şemseddin Sivasi’nin hayatını anlatmak o kadar zor bir iş ki… Konu çok derin olduğu için nasıl bir dil seçilmesi gerektiği konusu iyi tahlil edilmişe benziyor. Bu kadar tasavvuf yönü güçlü bir oyunun akıcı ve arı bir dille aktarılmış olması ustaca bir iş. Hatta Yönetmen Hakan Güneri’nin ‘halk tiyatrosu’nu nasıl bir cerrah titizliğiyle yaptığını  da iyi gördüm. Evet yanlış duymadınız halk tiyatrosu! Gelenekselden beslenen; katılımcı, sade ve bizden olan tiyatro biçimine öyle diyorum.

Oyunu birkaç yönüyle incelemek doğru olur: oyunculuklar, metin, dekor, müzikler ve dans. Elbette incelenecek çok daha fazla yön var ama dediğim gibi bu köşeye sığmıyor! Oyunculukları iyi buldum. Herkes rolünü içselleştirmiş ve son derece titiz çalışmış. Metin olarak Fatih Duman’a dayandığı ve tarihselliğinin olduğu da çok belli. Dekor ise çok ustaca seçilmiş. Tasavvufun metaforlarına da yer verilen oyunda savaş sahnesi için seyyar kaleler inşa edilmiş. Kendimizi olayın atmosferin hissediyoruz. Dansı sadece dans olarak düşünmemek lazım. Kalbimizdeki ritmin hareketlenmesi gibi çok renkli bölümler. En önemli bölümlerden biri ise müzikler. Usta sanatçı Yücel Arzen’e büyük alkış yollamak lazım. O dönemin içerisine bizi alamsının başlıca faktörüydü müzikler. Teknik bazı noktalarda aksamalar oldu elbette. Onlara nazar boncuğu demek ve oyunun daha fazla sahnede kalmasını dilemek gerek diye düşünüyorum. Oyun yaşadığınız yere gelirse davete icabet edin derim.