İlk namaz diye başlar…

Recep, Şaban ve Ramazan…

Ne güzel bir üçlü…

Manevî âlem daha güçlü…

İbadet, tâat ve kulluk deriz daim…

Ona hazır bekleyenler vardır.

İkram, ihsan, oruç ve namaz…

İşte bu nimetler kaçmaz.

***

Allah’ın ikram ve ihsanlarının ardı arkası kesilmez gerçekten. Ama onları iyi karşılamak ve güzel değerlendirmek gerekir. Mevsimler, aylar, haftalar, günler ve aylar… Neler neler…

İşte bunların adeta bir araya toplandığı günlerdir üç aylar…

Nasıl da bir coşku olur aile ve çocuklarımızda. Keşke okullar tatil olsa derler.  O güzel değerlerimiz unutulmasa. Konu-komşu, çoluk-çocuk kaynaşırlar. İkramlar edilir.

Komşulara gidilmez oldu ya! Keşke böylelikle kapılar çalınsa…

Ne güzel değil mi?

Komşu komşuyu görür. Bu arada dualar edilir ve geçmişler sevinir. Kim demiş onlara ulaşmaz diye?

Ne güzel Allah’ım! Unutulacak oldu neredeyse bunlar.

Hani Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlardı ya:

-“Cebrâil bana komşu hakkında o kadar çok tavsiyede bulundu ki; ben (Allah Teâlâ neredeyse) komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim.” (Buhârî, Edeb, 28; Müslim, Birr, 140, 141.)

Bunlar ve benzerleri maddi anlamda ikramlarımızdır üç ayların ilk namazında. Öyle ya! Recep ayına “İlk Namaz” derlerdi eskilerimiz. İsimleri de bir güzel!

***

Allah Rasülü’nün duâsı:

“Ey Allah’ım! Recep ve Şabanı bize mübarek kıl ve bizi Ramazana kavuştur.”(Ahmet b. Hanbel, Müsned, I, 259)

Manevî anlamlar ise pek çok bugünlerde. Hemen ilk cuma gecesi Regaib Kandili. Kendisine rağbet edilen gece.  Ardından Recep ayının yirmi yedinci gecesi Miraç ve Şaban ayının on beşinci gecesi Berat…

O Ramazan ayı ki kendisinde Kur’an indirilmiştir. Tabii ki ilk ayetlerin indiği gece ise gecelerin en kıymetlisi, “bin aydan daha hayırlı” Kadir Gecesi… Ramazan ve Kadir gecesi de ayetler ve sûre ile perçinlenmiştir.

İşte bir güzel mevsim.

Kazanç ayları ve cennet müjdeleri.

İnsanımızın yakınlaştığı, Rabbine yakarıp ağlaştığı günlerdir onlar.

Sonuçta ise en güzel bir bayramdır mü’mine…

Rabbimiz o bayrama, adına uygun bir sevinçle kavuştursun derken, ümmetin perişanlığı hemen yüreklerimizi burkar. Yine de kesilmesin umutlar ve ulaşsın rahmete inananlar…

Mübarek olsun üç aylarımız!

İLİM GERİDE KALDI İLLE EDEP!

 

Nesillerin daha iyi yetişmesi için en çok ihtiyaç duyulan değer şüphesiz ki ahlâktır. Ahlâken iyi yetişmiş fertlerin meydana getirdiği cemiyetlerin, başarılı milletler topluluğu olduğu da malûmdur.

İnsan eğitiminin en zor eğitim olduğu daima dillendirilen bir gerçektir. Ama verimi de bir o kadar büyüktür. Bu gerçeğe binaen bizlerin, bu konuda çok daha gayretli, bilinçli ve özverili bir çalışma içerisinde olmamız gerekiyor. Ama bu eğitimin ancak ahlâkî değerlerle birleştiği zaman asıl gayeye ulaşacağı asla göz ardı edilmemelidir. Çünkü insanın/eğitimin, daima ihtiyaç duyduğu gerçek, ahlâktır. Eğitimci insanların ahlâkî erdemleri yok sayarak yaşamaları ise, eğittikleri her yaştaki insanda önemli bir kayıp meydana getirecektir. Bu durumda ilmin de gerçek gayesi ortaya çıkmış olmayacaktır. Bunun içindir ki Yunus Emre şöyle der;

“İlim meclislerinde aradım kıldım talep,

İlim geride kaldı ille edep ille edep!”

Öteden beri hafızalarımızı süsleyen bir güzel ve hikmetli manamız daha var ki gerçekten anılmaya değer;

“Edep yâ Hu!”

Nice eşsiz değerlerimiz var onun içinde… Allah’a, Rasûl’üne ve mü’minlere karşı edep!

Şimdilerde galiba dillerde kaldı, duvarlarımızı süslüyor. Keşke yeniden gönül ve bedenlerimizi süslemiş olsa…

***

AHÎLİK TEŞKİLATI GÖZ ARDI EDİLEMEZ

Öğretmen-öğrenci, mürşid-mürid, usta çırak ilişkisi; ancak saygı, sevgi, edep, hayâ ve hoşgörü gibi ahlâkî erdemlerin uygulanmasıyla gerçek yerine oturacaktır. İlimle meşgul olan insanların bu değerleri arka plana itmesi gerçekten büyük bir vebal olur. Hem de kişi, önce kendisi ahlâkî kuralları hayata geçirecek ki sonra da talebe, evlat, cemaat, mürid ve işçisinden isteme hakkına sahip olabilsin.

Usta-çırak ilişkisinde Ahîlik Teşkilatı nasıl göz ardı edilebilir ki!

Talebesini önüne alan bir âlim onun her şeyiyle nasıl da meşgul oluyordu değil mi?

Yavruma kötü örnek olmayayım diye çırpınan anne babalar nasıl unutulabilir ki!

Ya şimdi; kendisi sigara içtiği halde talebelerine “sigara içmeyin” diyen bir öğretmenin ya da cemaatine bunu söyleyen bir din görevlisinin hatta bir babanın evladı üzerinde nasıl tesiri olabilir ki?

Bunun yanında, geleceğimizi teslim edeceğimiz nesillerimizin görsel ve yazılı basında adeta felâketler zinciri olarak ortaya çıkan her türlü gayr-i ahlakî faaliyet ve alışkanlıklardan uzak tutulması lazımdır. Bu konuda aile, okul, çevre ve devlete düşen çok önemli görevler vardır.

Biliyoruz ki böylesine bir dönemde bütün bunların önüne geçmek kolay bir iş değildir. Ancak, planlı, programlı, bilinçli ve özverili bir süreç sonunda büyük başarılar elde edileceği malûmdur.

Şüphesiz ki insanı en iyi bilen Allah’tır (cc). Tabiî ki insanın en güzel şekilde nasıl yaşayacağını bilen de O’dur.

Bunu bize hem haber vermiş hem de uygulamalı örneğini göstermiştir.

İşte bu gerçek, Allah’ın bize gönderdiği eşsiz ilim Kur’an ve O’nun hayata geçmiş hali Hz. Muhammed Mustafa (sas) ile ortaya çıkmaktadır. O halde bu iki hakikati nesillerimize temiz ve masum çağında aktarmak gerekir. Allah’a (cc) şükürler olsun ki bugün elimize geçen önemli fırsatı iyi değerlendirmek gerekir. Yoksa bunun vebalini ödeyemeyiz. Bu konuda İlahiyatçı Öğretmenlerimize çok önemli görev ve fedakârlıklar düşmektedir.

Evet, çalışmak ve tevekkül etmek… Bize düşen şey budur. Rabbimiz bizleri samimiyetle bu eşsiz hizmete kendisini adayanlardan eylesin!

SANA NASIL CEVAP VERİRİM ALLAH’IM?

 

Gönül derûnumda sızlayan nice yaralarım var. İçin için acılar kaplar… Bakınca ağlarım, düşününce ağlarım. Acep Sana nasıl cevap veririm Allah’ım?

Günaha düşmüş bir insan görünce olur bütün bunlar… Zaten budur sebebi. “Ya bunların hesabını benden sorunca ne diyeceğim Sana Allah’ım!

Beden elbisesi kirlere bürünmüş insanlar görürüm. Alabildiğine açıklık, çekicilik ve cazibe… “Bütün bakışlar benim üzerimde toplansın” dercesine. Allah’ın insanı yaratırken takdir ettiği o çekicilik. Biri diğerine karşı… Kadının erkeğe, özellikle erkeğin kadına… Bakışlar ki, “şeytanın oklarından bir ok!” Neler yüklü onlarda. Kimse kandırmasın kendisini… Bir başkasını da kandırmaya çalışmasın. Neler yok ki onda… Nefsin, hevânın, arzuların, iştihaların ve şeytanın okları. Her biri apayrı zehir yüklü…

Kim için süslenip sokağa kendisini attığını bilmeyen genç ve kadınımızın acınası halleri… Ve onu hedef edinen onca bakışların, heves ve arzuların yüklendiği nazarlar…

Âh insan âh!

Sanki ölmeyeceksin!

Sanki o toprağa girmeyeceksin!

Sanki o güzelim yüzler çürümeyecek…

Sanki o can alıcı gözler akmayacak…

Sanki bu ten böyle kalacak…

Sanki hep günah yüküyle devam edeceksin.

Ama bir gün hepsi bitecek… Günaha bile mecalin kalmayacak.

Çünkü gücün tükenmiştir. Bedenin can varken çürümeye başlamıştır.

Ey insan, seni böyle yapan nefsindir.

Sana bu tuzağı kuran şeytandır.

Sana hız veren insan şeytanlarıdır.

Nasıl zulmediyorsun kendine farkında mısın?

Biteceksin bir gün…

Sona erecek gücün…

Tükenecek enerjin…

Bakacaksın birilerine…

Yardım edecek diye…

Ama yıkılacak umutların…

Kırılacak gönül kabın…

Ey insan!

Dön Rabbine,

O hale gelmeden,

Yakar Rabbine,

Nefes kesilmeden,

Eyle tevbe,

Dök gözyaşın,

Ağla, ağla ve af dile…

Bil kendini, niçin yaratıldığını ve nereye gittiğini…

Ölümden önce kendini hesaba çek!..