Hırsların esaretinde kalmadan, bir kuyruk acısına sahip olmadan, hasetlikle ilgisiz, kıskançlıkla alakasız, “bizi aralarına almıyorlar” öfkesinden bağımsız bir “muhafazakar muhalefet” anlayışı bu ülke için sağlıklıdır. Cemil Meriç “kavga eden her cemiyet iyimserdir” der. Prensipler uğruna kavga etmek saygın bir tavırdır.

AK Parti’nin kapsama alanı bellidir. İslamcılar, muhafazakarlar, milliyetçiler, merkez sağcılar gibi halkın “sağ” diye konumlandırdığı bölgede kalan insanlar, AK Parti’nin taraftarı olmaya müsait bir alt yapıya sahiptir. Bu bölgede olup da hükümete karşı olmak, eleştirmek ise maalesef peşin bir önyargıyla ve “acaba neye ulaşamadı da muhaliflik yapıyor” düşüncesiyle değerlendiriliyor. Bu önyargılara biraz biz de sahibiz.

“Melih Gökçek’e yakın birilerine ulaşabilir miyiz, bir imar artışı meselesi var, sıfır nokta bilmem kaç emsali 1 nokta bilmem kaça çıkartırsak voleyi vurduk” diyen arkadaşımın sosyal medyadan bu gibi konuları eleştirmesi tebessüm ettiriyor beni. Girdiği işler, çözdüğü problemler, yaptığı görevler hep birilerinin referansıyla olan başka bir arkadaşımın hükümete yakın kişileri “referansla iş yapıyorlar” diye suçlaması da. “Milliyetçilik fikri gereksiz bir fikir, artık bu devirde gerçekçi de değil, AK Parti içinde pozisyon almak gerek” diyen “eski milliyetçi” bir dostumun çabaları gerçekleşmeyince yeniden milliyetçiliğin zirvesine çıkması ve AK Parti’yi yeterince milliyetçi olmamakla suçlaması, bir başkasının AK Parti’den milletvekili olmak için çokça uğraştıktan ve olamadıktan sonra aday olan dostlarına hakaretler etmesi gibi günlük yaşamda karşılaştığımız sayfalarca örnek ihtiyacımız olan “onurlu muhalif” imajına büyük zarar veriyor. Kamuoyunun yakından tanıdığı insanların “sonradan muhaliflik”hikayelerine girmiyorum bile.

Benim için en ilgi çekici örneklerden biri meşhur bir İslamcı ağabeyin durumudur. Hayata dair motivasyonu farklı kulvarlardayken yeniden ideolojik heyecanlar duymaya başladı. En azından bize öyle geldi. Bir süre sonra bu ideolojik heyecanlara kişisel kariyer ve maddi kazanç heyecanları da eklendi. Hatırladığım kadarıyla üç ya da dört büyük proje geliştirdi. Milyon dolarlık projelerdi bunlar. Bazılarını bana da anlattı, hükümetteki dostlarına da. Kabul görmedi. Televizyon programları yapmak, danışman filan olmak istedi. O da olmadı. Şimdi anladığım kadarıyla biraz “yeşil sosyalist” kıvamına geldi. Gece-gündüz hükümeti eleştiriyor.

Hükümetin eleştirilecek yanları ya eleştirilmiyor ya da bu gibi figürler tarafından eleştirilince dikkate alınmıyor. Az sayıda insan herhangi bir kişisel hayal kırıklığına sahip olmadan, yalnızca ve gerçekten farklı düşündüğü için eleştiriyor hükümeti. İşte onlar, fikirlerine katılıp katılmamamız önemli değil, kıymetli insanlar… Bu numunelik insanların sayısını arttırdığımız kadar, onlara alan açtığımız, onları dikkate aldığımız kadar yapıcı ve faydalı eleştiriler işitilmesi yaygın olacak, bazı arızaların tamir edilmesi basitleşecektir.

Hiç eleştirilmeyen, ikaz edilmeyen, bakım onarım ihtiyaçlarını fark edemeyen bir yapının doğal yıpranmaların ve arızaların üstesinden gelmesi mümkün değildir. Ama hükümetin hatalarını fark ettirebilecek sağlıklı ve onurlu muhaliflerin seslerinin pek çıkmadığı da aşikar.

Bediüzzaman’a göre sözün aslı kadar, kimin söylediği, kime söylediği ve hangi makamda söylendiği de önemlidir. Arzu ettiklerini elde edemeyenlerin bu hırsla eleştirmesi, eleştirileri haklı bile olsa çamur atmak olarak değerlendiriliyor. Bu yüzden hem iktidara karşıt hem de iktidara yakın odaklara bir vazife düşüyor. Onurlu muhalifleri bulup çıkartmak ve hırsınna mağlup olanlardan çok onlara söz hakkı tanımak. Farkı fark edebileceğimizden eminim…