Değer yargıları yok edildiğinde adalet, merhamet, sevgi kalpte ikamet edemez. “Büyük olmanın yolu da deha gibi çalışma ve alın terinden geçer” der Albert Camus. Alçalış kardeşliğini çoğaltmaktır, rızık endişesini taşımak. Ve insanı kanaat etmemek yorar. Rahat kazanç için, pergelin bir ucuna hırsı takanlar, kendi nefislerinden başka bir şey göremezler. Para ve makam uğruna yakınlarına ihanet etmek, kalbe ağır gelmez. İkiyüzlülük gayet normaldir paranın saltanatı için savaşanlarda. Kolay yoldan para kazanmak, ‘üç maymunu’ oynatır insana. İtibarsız yaşamın rağbet görmesi sefilliktir oysa.

Babamla bir akşamüzeri yürürken, “Sağ tarafındaki bahçeler, evler bir zamanlar çok canlıydı, şimdi bakımsız” dedi ve devam etti anlatmaya: “Büyükler vefat edince miras bölündü, kardeşlerin çoğu da toprağa sahip çıkmadı. Kimisi iflas etti. Kızım insanoğlu sınır tanımadığında, elindekini de kaybeder ve insanlıktan çıkar. Zengin olacağım hayalini kurmayan yoktur. Aşırı zenginlik ya atadan mirastır insana ya da doğruluktan taviz verilerek, haram kazançla elde edilendir. Zenginlik hayalleri ilkeleri, doğruluğu sadakati çiğnetir. O da bize yakışmaz. ‘Topraktan geldik, toprağa gideceğiz.’ Burada emanetiz. İlkesizliğin görünmeyen yüzü de ezik kılar kişiyi. El pençe durdurur amirine. Ne kadar yalan söylersen, o kadar fazla kazanırsın ama ortada ‘sen’ diye bir şey kalmaz. İsteklerin her daim makul bir seviyede olsun! Seni aşan istekler, onursuzluğun kapısını açar. Öyle yaşayacağına insan, hiç yaşamasın. Çalışacaksın, çabalayacaksın içindeki insanlığın sana müsaade ettiği çerçevede kökleneceksin. Emeksiz, alın teri olmadan elde edilen mal-mülk zamanı geldiğinde bir gün dağılır…” O gün pek anlayamamıştım babamı. Hayatın içine girdiğimde insanı, insan kılan şeyin, doğruluk ilkesi olduğunu gördüm. Prensiplerinden bir defa taviz veriş sınırsız istekleri hararetlendirir.

“Yazıklar olsun, kulu kul kılan toplum düzenine” der Prof. Dr. Teoman Durali. Onurlu yaşam mücadelesi değilse hedefimiz, insanlığımızı gözden geçirelim.

Seküler yapının koordine ettiği toplum yapısında vicdan, zayıflamak zorundadır. Toplumun medya organları tarafından eğitilmesi; rekabetçiliğe ivme, soluk, heyecan kazandırmıştır. Fiziki yaşamdan, ruh dünyasına ve hatta duygulara kadar hükmeden rekabet piyasası, romantizmi dahi yarıştırır olmuştur. Giderek daha çok basitleşiyor olmak, vahim bir acı! Tüketim sektörü insanın en özeline kadar hükmeden, ahtapot misali insanlığı saran bir alan. Paraya köle oluş, insanca yaşamı ezip geçer. Ahlakını yitiren ahlaksızlar, erdemli insan edebiyatı ile sağırlaştırır toplumu. Makamın-mevkiinin bataklığında boğulanlar, arkasında neleri bıraktığını umursamayanlar, dik duruş orkestrasına şeflik yaparak, körleştirirler toplumu. Kültür sömürüsü, insanın özünü kurutmakta oldukça tesirli bir yöntem. Zaafın egemenliğine teslim etmek için insanı, sistem arı gibi çalışıyor. Gösteriş toplumun badanası boyası sağlamlaştıkça, ahlaki düzen sarsılmakta. Tatminsizlik imkânları zorlar. Deri koltuklar, ipek perdeler, son model araçlar yetmez! Daha fazlası lazım. Yazlık-kışlık olurdu eskiden, hayır efendim! Sonbahar evi, ilkbahar bahçesi gerek. Zenginlik şımarıklığı, hastalıktır. Oysa hangi makamda olursak olalım, velev ki kuş sütü eksik olmayan masaya oturalım; rızkımız kadar yeriz! Bu değişmez bir kanundur. Yiyeceğimiz bir iki lokma yemek için, insanlığımızı yok etmeye değer mi? İnsanın birbirine zulmü, bir parça ekmek için mi? Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber’in (sas) ümmeti rızık için, kardeşinin canını yakacak kadar zalim olamaz değil mi?

Bugünün penceresine şöyle sesleniyor Ali Haydar Haksal: “Para, insanı en çok boğan nesne. Aşırılıklar onun başının altından çıkıyor. Sınır tanımıyor.” Kalbinize emanetsiniz…