Bûtimar Dergisi’nin farkındasınız, değil mi? İkinci sayısını (Sonbahar 2016) henüz çıkaran dergi, şimdiden, nicedir özlediğimiz o dinamik, vefakar, kadirşinas, ilham verip itimat telkin eden, edebiyatın edebini kuşanmış rüzgarlardan estirmeye başladı. Kitaplığımızın raflarını ışıldatan Bûtimar’ın kaptanı ise, enerjisiyle tüm civarına ümitvar bir ritm saçan Şeyma Subaşı. Şeyma Subaşı’yla, derginin çıkış serüvenini, modern edebiyatımızın önemli isimleriyle kurduğu pas bağlantılarını, derdini, tahammülünü, seferini ve Bûtimar’ın “mükemmel olma ihtimali” barındıran müstakbel sayısını konuştuk.

FATİH MUTLU

Sevgili Şeyma, nedir derdin, neden dergi çıkarıyorsun?

“Yani ne bileyim;/ Yeniden doğmalıyız/ Kurdelalardan girip yaşama/ Kadim bir elmasın bütünleştiği yarın olup/ İkirciksiz dokunarak eşyaya/ Mesela bir yakarış şarkısı gibi yaşamalıyız./ Yaşamalıyız.” Söze bu alıntıyla başlarken sorulara yeni baştan cevap vermeyi uygun görüyorum. Çünkü gözlerimden heyecan fışkıran bu anları her zaman bulamam, bulamıyorum da. Oysa bu heyecan için ömür verilir, hatta ölünür bile. Ne kadar şey diri tutuyor ki şu hayatta bizi? Ne kadar olay üç boyutlu Pollyanna gözlükleriyle bakmaya devam etmemizi sağlıyor hala her şeye, her şeye rağmen? Dergi konusunda aslında yoldaş olmadan yolda kalmanın garipliğini ve yolun bu noktadaki anlamsızlığını düşünüyordum son zamanlarda. Aileden biri de bu dergi neden çıkıyor demişti geçenlerde. Bir yayınevine bağlı olmaktan, böyle bir desteğin beni de kamçılayacağından bahsediyordu. Aslında son zamanlarda şunu da düşünüyorum bu bahisle beraber: Dergiyi merakla bekleyen tek bir okuyucu da sona erdiğinde bu dergi ancak miadını doldurmalı. Beni tatmin etmeyen, yolda büyük ölçüde tek olmak mı bilmem ama aslında bu süreçte çok kıymetli, değerli büyüklerimden aldığım geri dönüşler beni çok memnun ediyor, heyecanlandırıyor. Yani aslında ortada birazdan o da kan kaybından ölecek tek bir okuyucu şöyle dursun, edebî camianın birçok kıdemli insanı da var. Abdullah Harmancı gibi bir insanın Facebook’ta Bûtimar’ı kapak fotoğrafı olarak koyması bile bu derginin on yıl çıkması için yeterli sebeptir, diyebilirim. Tüm tek başınalığıma rağmen bu destekler beni hem şaşırtıyor hem de memnun ediyor. Bununla beraber bu dergi aslında bir derdin daha yoğun ve gönüllü taşınıldığı heves ve aksiyon dolu yılların hatırına çıkıyor. Fark edildiyse güncel eserleri gözden kaçırmasak ve onlara yer versek de, birinci sayıda eski basım ve çok daha eski bir dönemi de yansıtan “Ya Tahammül Ya Sefer” adlı eseri gündeme taşıdık. Kitabın yazarı değerli büyüğüm Mustafa Kutlu ile de bir söyleşimiz yer aldı dosya bağlamında. Aslında “dert”in en çok hissedileceği bir sayı olduğunu düşünüyordum bu sayının. Sanki her şeyi bu sayıda anlatmış, dökmüştüm ortaya. Tüm içtenliğimle ortaya koyduğum dava ve “dert” dolu bir sayıydı bu. Sezai Karakoç o çok güzel şiirinde diyor ya, “Bu dünyada olup bitenlerin olup bitmemesi için ne yapıyorsun?” diye. Dergimiz bu iddiayı taşıyor mu bilmiyorum ama ülkecek yaşadığımız süreçleri düşündüğümde bu iddiayı taşıması gerektiğinden emin oluyorum ve bu iddiayı kendime hatırlatmak istiyorum. Biz en azından bazı cümlelerle, bazı fotoğraflarla, imlerle, bir şeylere dikkat çekmek istiyoruz. Her şeye rağmen, başta da belirttiğim üzere, kurdelalardan girerek yaşama, bir yakarış şarkısı gibi yaşamak istiyorum aslında. Hayatımda bunu sağlamama vesile olacak olan tek şey aslında Bûtimar. Bugünü düşünürsek vesile olan şey hatta. Bûtimar, kaliteli bir yayın ortaya konulabileceğinin gücü ve hayalini taşıdığım için çıkıyor.

O zaman dergi konusunda seni yalnız bırakanlardan mı bahsediyoruz? Yoldaş olmamasından kasıt ne?

Yani aslında daha çok bunu kastediyorum. Ben bu noktada cebindeki son kuruşu o dergiyi çıkarmak için yatıran ve tüm mesaisini o dergi için harcamak isteyen kişilerin tarafındayım. Herkesin bana ısrarla söylediği “merkez dergilerde kolayca bir yere gelmeyi tercih etmek” yerine ben kendim yeni baştan filizlenecek, sonu belli olmayan, kendini ispata muhtaç bir yapı kurdum. Ama biliyor musun Fatih abi, bence hayatta bir insanın “bir yerlere gelmesi”nden ve bilinirliğinin artmasından öte daha önemli şeyler var. Sonucu ne olursa olsun, kurduğum hayal, bana bir yerlere gelmekten daha kıymetli geldi ama insanların bunu idrak etmesi zor olabiliyor.

Henüz bir yayın kurulunuz yok Şeyma. Yazılara karar vermek zor olmuyor mu?

Yayın kurulu konusunda atılımlarda bulunmak istiyorum. Çok değer verdiğim, bana gerçekten çok destek olan bir hocama da bu teklifi sunmak istiyordum. Uzun süredir rahatsız olduğu için onunla istişare edememiştim. Halk edebiyatı alanında önemli bir isim olan ve benim için çok kıymetli olan hocam Nurettin Albayrak yakın zamanda Hakk’a yürüdü. Bu manevî baba, manevî abi hükmündeki değerli insan aramızdan ayrıldığı için çok üzgünüm.

Allah rahmet eylesin… Yanılmıyorsam ilk abonemiz diye kendisiyle ilgili bir anıdan da bahsetmiştin derginin internet sitesinde.

Evet, sitede böyle kısa bir yazı eklemiştik. Hoca her tavrıyla kendini belli eden bir insan. Yani insanlar böyle davranmaz. Beleşe mi diye sorarlar, ücret söyleyince kaçar giderler ve daha bir sürü şey. Ya da sen hediye etmek istesen dahi, kimse bu dergi nasıl dönüyor diye düşünmez. O ise ilk aboneniz benim diyerek cebinden fazladan para çıkarmıştı. Para hiçbir şey, ama bu tavır çok yüreklendirici bir öğrenci için.

Bûtimar’dan önceki serüveninden bahseder misin? Neler yaptın? Neler yapmak istedin de yapamadın? Bunlardan hala çekmecende duran şeyler var mı?

Aslında Bûtimar’dan önceki süreçte eski okulum döneminde, daha çok “okuyan” ve devamlı cümlelerin altını çizen, notlar tutan bir haldeydim. O sıralar daha ziyade sinemaya merak sarmıştım. Şimdiki tartışmalar bir yana dursun, Mecid Mecidi beyazlığında filmler çekmek, herkese “iyi, doğru ve güzel olanı” anlatmaktı hayalim ve amacım. Seni ve birçok ismi de o dönemde tanıdım diyebilirim. Sonrasında sessiz bir süreç yaşandı. Bazı sağlık sorunlarım oldu. Ardından yeniden başka bir üniversiteye başladım. O dönemde ise edebiyat dergileriyle daha sıkı bir bağ kurdum. Sinemayla ilgili düşünceler ve bazı senaryo denemeleri biraz yarım kaldı. Ama diyorum ya, yollar yoldaşla anlamlı. Galiba çok sitemliyim Fatih abi, kurdelalardan girerken bile yaşama…

Hep eskilerden gidiyorsun. Peki son zamanlarda neler okuyorsun?

En son Mustafa Başpınar’ın hikâyelerini okudum. Bir de Betül Nurata’yı. Bu hikâyecilerle söyleşiler hazırlamıştım Türk Dili ve Mahalle Mektebi dergileri için. Başpınar öyküsü özellikle çok hoşuma gitti. Hatta ilk kitabı olan “Meleğin Gölgesi” favorim diyebilirim.

Bûtimar ne demek? Dergiye isim olma hikayesinden bahseder misin?

Bûtimar, denizin suyu tükenecek korkusuyla o sudan içemeyen ve en sonunda susuzluktan ölen, benim deyimimle “ince düşünceli”, “naif” bir gam kuşu. İran mitolojisinden bir kavram. Dergiye isim olma süreci ise evvelki sene Dergi Fuarı’nda tanıştığımız bir arkadaşın verdiği öneri sonucunda gerçekleşiyor. Her ne kadar biz dergiyi çıkarana kadar aynı isimle bir kitap yayınlanmış dahi olsa dergiyi bu isimle çıkarmaktan geri durmadık. Çünkü bu hikâye bana çok dokunaklı gelmişti. Okuyucular arasında bizim çıkan kitaptan esinlendiğimiz gibi son derece asılsız bir algı oluşsa da gördüğümüz rüyayı inkar etmek istemedik. Ve dergimiz bu şekilde yayın hayatına başladı.

Üçüncü sayıda neler var? Bize biraz ayrıcalık tanıyıp ipuçları verir misin?

Üçüncü sayıda çok iyi isimler var. Bu gelecek sayının da bir seviye üstte seyredeceğinden eminim. Şimdiden gelen eserlere baktığımda daha güçlü bir sayı olacağını düşünüyorum. Dosya konulu bir sayı olacak. Üçüncü sayının mükemmel olma ihtimali var diyorum ve samimiyetime her daim inanan sen başta olmak üzere tüm Diriliş Postası ekibine bu güzel sohbet için çok teşekkür ediyorum.

******

“BU DÜNYADA OLUP BİTENLERİN OLUP BİTMEMİŞ OLMASI İÇİN…”

Derginin bilhassa ikinci sayısı nitelikli bir rüzgâr estirdi, nedir sırrı? Herhalde ilk sayıda saklı…

Aslında her sayının rüzgârı kendinde saklı olmalı. Ben her ne kadar ilk sayıda tüm mesajımı verdiğimi, her şeyi tükettiğimi zannetsem de, öyle olmadı. Yeni sayımız da ayrı güzel oldu. Bunda yaşadığımız 15 Temmuz zaferinin de etkisi olduğunu düşünmeden edemem. Tam bir dosya konusu yapamasak da bu şanlı zaferi gündeme taşıdık. Kapak ve içerikteki 15 Temmuz’a dair yazı ve şiirler çok beğenildi. Cevat Akkanat’ın Darbeye Direnen Şiirler Antolojisi’ne dergimizden Mustafa Uçurum ve Hatice Çay’ın dergideki şiirleri de dahil oldu. Konya’da düzenlenen O Halde Sergi’de darbeyi ele alan birçok dergi kapakları yer aldı. Biz de bu dergiler arasındaydık. Buna vesile olan ve sitemizi de tasarlayan Abdullah Kasay’a çok teşekkür ediyorum.  Tüm bunlar onur vericiydi. Aslında ben en çok bu noktada önemli bir iş yapmış olduğumuzu hissettim. Ya da işte tam bu noktada bu dünyada olup bitenlerin olup bitmemiş olması için bir kırıntı kadar bile olsa katkı sunduğumuzu hissettim.

******

SORU SORMAK GÜZEL GELİYOR BANA

Aslında edebiyat dergilerine baktığımızda insanların yoğun olarak ya öyküye ya da şiire yöneldiklerini görüyoruz. Edebiyatta bazı türlerin küçümsenmesi bahsini kıymetli hocam Fatih Andı ile de bir keresinde konuşmuştuk. En son yazdığım bir öykü İtibar Dergisi’nde yayınlanmıştı. Fakat tam bir odaklanma yaşadığımı düşünmüyorum “öykü”ye karşı. Şiir okumayı seviyorum. Yazmaya ise bir zaman ilgi duymuştum. Ben nedense hep söyleşiler yapmak istiyorum. Başka bir dergiden bir arkadaşımız fazla bir övgü sunmuştu bir gün. Sizin söyleşilerinizi okuduğumda, söyleşinin de önemsenmesi gereken ve yetenek gerektiren ayrı bir tür olduğunu anlıyorum, şeklinde. Sağolsun o onun abartılı güzel görüşü. Ama camiadan başka büyüklerimin dergilerde söyleşilerimi görüp bana söyleşi teklifiyle gelip durması da beni biraz bu alana yöneltti. Güzel geri dönüşler oluyordu. İnsanlar edebiyatta bazı türlere hep bir şekilde yapılması gereken ek iş olarak bakıyorlar. Yani ana bir tür olarak görmüyorlar. Ama soru sormak güzel geliyor bana. Beğendiğim ve nüfuz ettiğim kitaplardan ortaya çok güzel söyleşiler çıkıyor, hele de yazar cevaplara benim sorulara özendiğim kadar özenmişse. Söyleşi yaptığım kişilerin tüm kitaplarını okumaya özen gösteriyorum. Dergilerin özel sayılarındaki konulardan da esinlenerek kuramsal sorular eklemeyi ihmal etmiyorum sorduğum sorulara. “Öykü” ile de en yakın zamanda samimiyet kurmayı, “öykü”nün ruhunu kavramayı çok istiyorum.