Bir sevda, bir muhabbet, bir ağlayış! İşte budur Rabbe bel bağlayış… O’nun için ağlamak, O’nun için çırpınmak, O’nun için koşturmak… İşte en güzel olan hakikat! Sonra Rasulü’nü hatırlayış!

O’na gözünü kırpmadan destek olan sahabe-i kiramın deryasına dalış!

Sonra da onların hitabıyla O’na sesleniş!

 “Ben sözlerimle seni övme gücüne sahip değilim, ancak senden bahsetmekle sözlerim kuvvet kazanır ya Rasulallah” diyen, Peygamberimizin (sav) şairi Hassan b. Sabit’in (ra) hitabıyla girebilsek O’nun (sav) kutlular kutlusu âlemine…

Sevmek kadar güzel şey nedir acaba?

Allah ve Rasul’ünü sevmek.

Bu sevda ile yanmak. Bu muhabbet ile ağlamak…

Coşkun sular misâli çağlamak…

Suya katılan şeker misâli, bu aşk şarabının içinde erimek.

İşte insan olmak, işte kul olmak, işte sultan olmak…

Eriyen mumlar misâli,  nûr huzmeleri arasında yokluğa bürünmek.

Sevda yüklü bulutlar olup, çorak gönülleri yeşertmek. Hasretiyle yanıp kavrulduğumuz Rabbimizin en sevdiğine sevgili olabilmek…

O’nun bıraktığı izlere yanaklarımızı koyarak yürümek… O’nun nefesiyle nefeslenebilmek… O’nun çektiği yükten bir miktar yüklenebilmek… O’nun davasına odaklanabilmek…

Sallallahü Aleyhi ve Sellem!

DİRİLİŞ MUŞTULARI

O’nun diriliş muştuları sunan eşsiz mesajına kulak verenler, ebediyetin ufuklarında yer alacak bahtiyar insanlardır. Zira O’nun davası hak, O’nun nefesleri hayattır.

Geçmiş ve geleceğin en güzel kulu, en güzel insanı Muhammed Mustafa Sallallahü Aleyhi ve Sellem’e tabi olmak kadar tabiî olan ne var ki acaba?

O’nunla olmanın değeri ancak, O’nsuz olan insanlara bakmakla anlaşılır. Bize düşen şey, bu değeri bilmek ve ona sahip çıkmaktır.

Sallallahü Aleyhi ve Sellem!

Rabbimizin “en yüksek ahlâkını” tasdik ettiği ey güzel insan!

Sana ümmet olmanın şerefini taşımaktan daha büyük şeref ne olabilir ki?

Bu manayı kavrayan şair Nabiler gibi haykırmak istiyoruz sevincimizden!

Yeter ki kabul eyle ümmetliğine, yeter ki adımızı an bir kerecik.

Biliyoruz dağ gibi kum yığınından, sadece bir kum taneciği olduğumuzu.

YA RASULALLAH!

Yine biliyoruz, adı anılmayası yokluğumuzu… Ama ne olur bir kerecik an ki, anlayalım yanında varlığımızı.

Senin yanında var olmadan, anmaz ki bizi yüce Yaratan! Zira ancak “Sana uyan” kabul olunur ilahî dergâha.

Âlemlere rahmet varlığını hissederken gönül iklîmimizde, yeniden doğmak gibi bir duygu yaşarız içimizde…

Ya Rasûlallah! Sen doğunca biz hayat bulduk, Sen doğmasaydın kim ya da ne hayat bulurdu acaba?

Sendin İsa’nın nefesi, Musa’nın âsâsı…

Sendin İbrahim’in duâsı, Âdem’in tevbesi.

Seninle hayat bulmuştu Nuh’un Seni taşıyan gemisi.

Yusuf’a güzellik oldun, İsmail’e kurban!

Göklerde melekler sana hayran!

Sendin Yunus’u karaya taşıyan…

Sana sonsuz salât ve selâm!

***

Bilerek ya da bilmeden hasretini çekerken şu ihtiyar dünya, senin diriliş muştularına ne kadar da muhtaç!

Âh insanlığını unutmuş insanlık!

Dehlizlerden kurtuluşun, yine onun muştularına muhtaç!

Tıpkı on dört asır öncesinde olduğu gibi.

Keşke bunu bir bilebilsen!

Sallallahü Aleyhi ve Sellem!

ÖMRÜ HEBA ETMEMELİ

Salise, saniye, dakika, saat, gün, hafta, ay ve yıllar…

İşte ömür ırmağı…

Küçücük zerresinden damlalarına varıncaya kadar kocaman bir ömür, böylece akıp gidiyor…

Sonuçta ise bir ırmağa dökülüyor ki, o da ölüm ırmağı.

Hayat bitiyor dünyada ve başka bir hayat başlıyor berzahta.

Ama o hiç bitmiyor artık…

İşte biz insanoğlunu düşündürecek yegâne hakikat…

Yolculuğumuz ona doğru.  Tabii aynı zamanda O Yüce Zât’a doğru.

BİTMEYEN ÂLEM

Dünyamızı o âleme odaklamak suretiyle yaşarsak ne mutlu bize. Bunun tersi ise çok vahim bir sonuçtur.

Allah’ın bizlere bahşettiği ömrün tekrarı yoktur. Bu meseleyi iyi kavramak gerekir. Bir defa ama iyi bir değerlendirmeyle sonsuz bir hayat kazanılır.

Şimdi bakmayın siz dünyasını gûya neş’eyle dolduranlara! Asıl mesele öbür âlem. Burada değil orada gülmek önemli. Bakın şu mazlumların haline. Onların dünyada çektiklerine! Ama ebedî hayatta gülecek olanlar onlardır inşaallah.

Kulluk ve güzel sonuç… Önemli olan bu. Ancak kul olmak denenmekle ortaya çıkıyor. Öyle güle oynaya değil. Hani “cennet ucuz değil” ifadesi var ya! Sınanmakla, yanmak ve kaynamakla cennet ve Cemal-i İlâhî kazanılıyor. Sınanmanın ise çeşitlerine akıl ermiyor.

DÜNYA VARLIĞINA DİKKAT

Bir sahabi gelmiş Efendimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem’e ve “ben sizi seviyorum Ya Rasûlallah” demiş. Bakın hadis-i şerife:

Abdullah b. Muğaffel radıyallahu anh’dan rivayete göre o, şöyle demiştir:

“Bir adam, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e; “Ey Allah’ın Rasûlü! Ben seni gerçekten seviyorum” dedi. Rasûlullah, “O söylediğin söze dikkat et” buyurdu. Adam tekrar; “Ben seni gerçekten seviyorum” deyince Rasûlullah (sav), “Söylediğin söze iyi dikkat et, ciddi misin?” buyurdu. Adam da; “Vallahi seni gerçekten seviyorum” diyerek üçüncü sefer aynı sözü tekrar etti. Bunun üzerine Rasûlullah şöyle buyurdu:

“Eğer beni seviyorsan fakirliğe karşı bir kalkan hazırla. Çünkü fakirliğin beni seven kimseye gelmesi, selin durak yerine akması gibi hızlıdır.” (Tirmizi, Zühd, 36)

Ya bir de Allah’ı seviyorum derse…

Ama bakın müjdeye! Rabbim ihsan eylesin bizlere:

“Kim Allah’a(cc) ve Peygamber’e (sas) itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddîklar, şehitler ve salihlerle beraber olacaklardır. Bunlar ne güzel arkadaştırlar.” (4 Nisa 69)

Evet, sevgi karşılık istiyor. Hani âyet-i kerimede ne buyrulur:

 “İnsanlar, ‘İnandık’ demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler?” (29 Ankebût 2)

Sahabe-i Kiram neler çekmişlerdi neler… İşte bir ibret:

Hz. Ali (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Biz Rasûlullah (aleyhissalâtü vesselâm) ile birlikte otururken uzaktan Mus'ab İbnu Umeyr (radıyallâhu anh) göründü, bize doğru geliyordu. Üzerinde deri parçası ile yamanmış bir bürdesi vardı. Rasûlullah (aleyhissalâtü vesselâm) onu görünce, (Mekke'de iken giyim kuşam yönünden yaşadığı) bolluğu düşünerek ağladı. Sonra şunu söyledi:

"(Gün gelip, sizden biri, sabah bir elbise, akşam bir başka elbise giyse ve önüne yemek tabaklarının biri getirilip diğeri kaldırılsa ve evlerinizi de (halılar ve kilimler ile) Kâbe gibi örtseniz o zamanda nasıl olursunuz?"

"O gün, dediler, biz bugünümüzden çok daha iyi oluruz. Çünkü hayat külfetimiz karşılanmış olacak, biz de ibadete daha çok vakit ayıracağız."

"Hayır, buyurdu, bilakis siz bugün o günden daha iyisinizdir." (Tirmizi, Kıyamet 36)

İşte o gün ve işte bugün! Halimizi bir düşünelim. Varlık ne getirdi bizlere? Kendi kendimize sormalıyız bunu.

NESİLLERİMİZ NEREYE GİDİYOR?

Nesillerimiz nereye doğru gidiyor? İyi bakalım bu gerçeğe. Giyim tarzından tavır ve yaşayış şekillerimize. Kimlere benziyoruz acaba?

Hasan-ı Basri Hazretleri Tabii’nin büyüklerindendir. Ona Sahabe-i Kiram’ı sordukları zaman şöyle dermiş: “Siz onları görseydiniz deli zannederdiniz. Onlar da sizi görseydi, bunlar Müslüman mı acaba derlerdi.”

Onların zamanındaki hassasiyete gelince; Bir kadın gelir Hasan-ı Basri Rahmetullahi Aleyh’e. Bir sorum var ya İmam der. O da buyur sor bacım der. Der ki: “Ben dul bir kadınım. Çocuklarım var. Onların iaşesini sağlıyorum. İp eğirir satarım. Bazı akşamlar kandilimin yağı tükenir de halifenin askerleri penceremin önünden geçerken, onların pencereden sızan ışıklarıyla elişimin durumuna bakarım. Bu yaptığım şey acaba haram mı?”

İmam şaşırır ve birden ağlamaya başlar. Biraz sonra başını kaldırır ve kadına şöyle der:

“-Ey Bacım! Sen böyle dersen, bizim halimiz ne olacak?”

Şu cevaba bakın! Gerçek âlimler böyleymiş. Onlarda korku daha fazlaymış. Şimdi böyle mi acaba?

Evet, dünya bize bir defa veriliyor. Bunun için önemli ya! Çünkü kazanç mekânı burası, harcama mekânı ise ahiret hayatı.

Ama ne yapıyoruz? Kendi nefsime soruyorum kardeşlerim! Kazanıyor muyuz, yoksa kaybediyor muyuz?

Kazanan harcayacak orada ama hiç de bitmeyecek. Ya kazanmayan?

Ne olur yazık etmeyelim dünyamıza!

Yoksa ahiretimiz de gider elden…

Rabbim bizlere bunun şuur ve idrakini versin!

Bu idrakle yaşamak ne güzel!

Ya aldırış etmemek?