Çok garip bir ülkede yaşıyoruz. Bazı kavramlar olmayacak şekilde yan yana gelebiliyor. Tıpkı Kültür ve Turizm Bakanlığı gibi…

“Bu işte ne gariplik var ki?” diyenler olabilir. Hemen açıklayalım. “Kültür” ve “Turizm” kavramları maddede ve manada iki ayrı uçta yer alır. “Kültür” daha çok manevi mirası ve değerleri içine alıyorken “Turizm” ise eğlencelik organizasyonları içinde barındırır. Kültür dediğimizde din, dil, örf, gelenek, görenek ve âdetleriyle bir milletin binlerce yıllık değerlerinin bütünü anlaşılır. Elbette kültürün maddi yönü de vardır. Ecdadımızdan bizlere miras kalan tarihi yapılar ve yazılı eserler bu maddi mirasın en önemli kısmını oluşturur. Ancak bizler bu maddi mirası da manasıyla birlikte deruhte ederiz. Yani ecdadımızın bizlere bıraktığı eserleri sadece maddi yönleriyle değil onları inşa eden medeniyet anlayışıyla birlikte değerlendiririz. Bu yönüyle tarihi kültürel mirasımız okunmayı bekleyen kitaplar misali şehirlerimizde yükselir. Bu eserlerin okunabilmesi için o medeniyetin insanı olmak gerekir. Yaşadığımız coğrafyada hayat bulan bu medeniyete bizler Türk-İslam Medeniyeti adını veriyoruz. “Turizm” kavramı ise bahsettiğimiz bu kültürel mirasın çok ötesinde beş yıldızlı otellerde yapılan tatil, sahil şeridine gelen turistler ve sağlanan milyarlarca dolarlık gelir olarak değerlendirilir. Elbette bunun kültürel mirasımızı ziyarete gelen turistler açısından ortak yönleri vardır. Fakat bu da nihayetinde bir gelir kalemi olarak değerlendirildiği için aynı kapıya çıkar.

“Peki, tamam. Nereye varmak istiyorsun?” diyenler olabilir. Hemen oraya geliyoruz. Bu iki ayrı kavramın tek bir bakanlık çatısı altında ele alınmasının yanlış olduğunu söylemeye çalışıyorum. Çünkü “kültür” başlı başına bir bakanlığın uhdesinde bulunması gereken, hatta müstakil bir bakanlığın bile hakkıyla altından kalkmakta zorlanacağı çok geniş bir alandır. Böylesine geniş ve kapsamlı bir alanın “Turizm” ile aynı çatı altında adeta yasak savmak kabilinden ele alınması o milletin geleceğini de tehlikeye atar. Çünkü bir millet diniyle, diliyle, gelenekleriyle, değerleriyle kısacası kültürüyle yaşar. O milleti farklı kılan da bu özgün kültürüdür. Bu mirası korumak önce devletin sonra da milletin tüm fertlerinin ortak görevidir. Mimari geleneğimiz, edebiyatımız, musikimiz, el sanatlarımız, yöresel oyunlarımız, folklorumuz, geleneksel sporlarımız, mahalle ve şehir telakkimiz, terbiyemiz, güzel sanatlarımız, tuluat ve gölge sanatlarımız kısacası kültürel yapımızı oluşturan tüm değerlerimiz millet olarak bizi biz yapan temel unsurlardır. Tüm bu kültürel mirası sadece korumak da yetmez. Aynı zamanda geliştirmek ve manasını muhafaza ederek çağa uygun şekilde yeniden yorumlamakla da yükümlüyüz. İşte bu geniş alan ayrı bir bakanlık çatısı altında uzman kadroların refakatinde korunmak ve geliştirilmek durumundadır.

“Bunlar zaten yapılmıyor mu?” diyenler olabilir. Hemen onu da ekleyelim. Kültür ve Turizm Bakanlığı maalesef en atıl bakanlıklardan biridir. Bu bakanlığın çatısı altında yaklaşık 25 bin memur ve işçi çalışıyor. Koruma Kurulları (ne kadar koruduğu tartışmalı olsa da) bakanlığın en önemli birimi. Şehirlerde bulunan turizm bilgilendirme noktaları, müzeler, tiyatrolar, çoğu Batı müziğine dayanan orkestralar bakanlığın diğer çalışmalarını oluşturuyor. Arkeoloji sahası ise büyük oranda yabancı araştırmacıların ve üniversitelerin kontrolü altındadır. Tüm bu hizmet alanlarındaki yerlilik ve millilik sorunu çok derin. Bunların dışında il kültür müdürlükleri ve buralarda istihdam edilen personelin ne iş yaptığını açıkçası bilmiyorum. Askerlik görevim esnasında yaşadığım bir olay konuyu özetleyecektir. Jandarma olarak görev yaptığım yıllarda bir kaçakçılık operasyonunda ele geçirilen yazma eserleri ve tarihi materyalleri okuyacak bir uzman aranır. İl Kültür Müdürlüğüne başvurulur lakin koca il müdürlüğünde Osmanlıca bilen tek bir çalışan yoktur. İl Kültür müdürü ise yazıları Arapça zannetmektedir. Askerliğimi yaptığım birlikten yardım istenir ve gecenin bir yarısı olay mahalline gidip yazma eserleri tarihlendirmek, içeriği hakkında bilgi vermek bize düşer. Verdiğim bilgiler tutanağa geçirilir ve ardından il kültür müdürü, uzmanları, memurları ve diğer yetkililer altına imza atarlar. İşte ülkemizdeki Kültür ve Turizm Müdürlüklerinin özü budur. Senede bir defa göstermelik kütüphaneler haftası kutlamak, birkaç beylik söz ve ardından kokteyl… Hepsi bu. Bakanlık ülkenin sanatı, edebiyatı ve kültürel değerleriyle ilgili yeterli inisiyatif alamadığı gibi sivil alanın omuzladığı çalışmaları takip etmekten de uzaktır. Müstakil bir Kültür Bakanlığı, yetkin uzmanları ve liyakat ehli taşra teşkilatıyla bir an önce yapılandırılmalıdır. Çünkü mevcut durum kültürel mirasımızın elden gittiğini gösteriyor.