Türkiye’de muhalefetin siyaset dili, 1990’ların siyaset dilini bir türlü aşamıyor. Muhalefete sorsanız 1990’lar Türkiye’si âdeta bir cennetti. Hatta Cumhuriyet Halk Partisi bunu 1930’lara kadar geriye götürebiliyor. Oysa 90’lar romantizminin altının ne kadar boş olduğunu hepimiz biliyoruz. Ama muhalefet ısrarla bugüne gelmek istemiyor. Günümüz Türkiye’sine uygun bir siyaset dili inşa edemiyor.

90’lar Türkiye’sinin siyasetinin en temel özelliği popülizmdi. Partiler vatandaşa her şeyi vadeder, iktidara geldiklerinde ise bu vaatlerin hiçbirini yerine getirmezlerdi. Bir siyasetçi her eve bir anahtar yani bir konut vadederse diğeri iki anahtar-bir ev ve bir araba vadederdi. Ancak günün sonunda vatandaş ne ev alabiliyordu ne de araba. Devlet memur maaşlarını ödeyemez hâle gelmişti. Hastaneler ve altyapı yatırımları ise bir kara deliğe dönüşmüştü.

Muhalefet bugün de aynı siyaseti sürdürüyor. Türkiye Karadeniz’de gaz mı buluyor? “Benim cebime ne girecek?” diye soruluyor. Elektrikli otomobil mi üretiyoruz? “Bana ne faydası var?” deniyor. Türkiye SİHA–İHA mı yaptı? “SİHA mı yiyeceğiz?” tepkisi geliyor. Dış politikada etkinlik mi artıyor? “Ne işimiz var Libya’da, Karabağ’da, Suriye’de?” söylemi dolaşıma sokuluyor.

Bu dilin gerçeklikten ne kadar uzak olduğu ortada. Ama muhalefet ısrarla bu dili kullanıyor ve özellikle kendi tabanına benimsetmiş durumda. Hâlbuki Karadeniz’de bulunan gazın Türkiye’ye katkısı açık. Yaklaşık 320 milyar dolarlık bir keşiften bahsediyoruz. Türkiye şu anda Avrupa’da, OECD ülkeleri arasında doğal gazı en ucuza kullanan ülke. Vatandaşın konutlarda kullandığı doğal gazın %65’i devlet tarafından sübvanse ediliyor. Buna rağmen muhalefet bu söylemlerine devam ediyor.

Karadeniz’de bulunan doğal gazın faydası sadece ekonomik değil. Enerjide bağımsızlık, enerji güvenliği, bağımsız bir dış politikanın temelidir. Bir ülke bağımsız dış politika izlemek istiyorsa enerji kaynaklarını çeşitlendirmek zorundadır.

Türkiye, millî enerji politikası ile içeride güneş, rüzgâr, nükleer, hidroelektrik, jeotermal gibi farklı kaynaklardan enerji üretimine yönelmiş, dengeli bir dağıtım kurmuştur. Dışarıdan ithal edilen doğal gaz ve petrol de çeşitlendirilmiş; sadece Rusya ve İran’a bağımlı kalmayan Türkiye, farklı LNG terminalleri ve boru hatlarıyla enerjide esneklik kazanmıştır. Bu da dış politikada elimizi rahatlatmaktadır.

Bağımsız dış politikanın bir diğer temel unsuru ise yerli ve millî savunma sanayisidir. Türkiye bu alanda da büyük mesafeler katetmiştir. Savunma sanayisindeki AR-GE yatırımları, yeni ürünler, terörle mücadele giderleri, yurt dışı operasyonların maliyeti, büyük depremler ve EYT gibi sosyal maliyetlerin nasıl karşılandığını bu çerçevede değerlendirmek gerekir.

Dolayısıyla muhalefetin bu ucuz ve popülist yaklaşımı, 1990’ların siyasetine takılı kaldığını göstermektedir. Bu nedenle muhalefet kendi tabanını korusa da genel seçimlerde seçmeni ikna edememektedir. Çünkü vatandaş, tüm bu yapılan atılımların farkındadır. Hayat standartlarındaki iyileşme, 1990’lara kıyasla bariz ve belirgindir.

Birçok ülke yerinde sayarken veya geriye giderken Türkiye son 25 yılda altyapıdan hastanelere, üniversitelerden savunma sanayisine kadar birçok alanda ciddi bir atılım gerçekleştirmiştir. Vatandaş da bunun bir bütün olduğunu açıkça görmektedir.