Öncelikle tüm takipçilerimizin, okuyucularımızın, ülkemizin ve tüm Müslümanların mübarek Ramazan ayını en kalbi duygularımla kutluyorum.

Ekonomik görünüme ve gidişata genel bir bakış açısıyla bakıldığında tüm düşünceler seçimi işaret ediyor.

Piyasalarda, vatandaşta ve yabancı yatırımcıda beklenti, seçimin nasıl sonuçlanacağının yanı sıra ekonomi yönetiminin seçim sonrasında alacağı kararların hangi yönde olacağı konusunda yoğunlaşmakta.

Tüm bunların ışığında seçim öncesini görmek ve iyi tahlil ederek seçim sonrasının nasıl olacağını kestirebilme olasılığı son derece yüksektir.

Geçen hafta Fitch’in Türkiye’nin kredi notunu bir kademe yükselterek B’den B+ seviyesine çıkarmasının piyasalarda estirdiği olumlu rüzgârları bilmek bu noktada önemlidir.

Uluslararası derecelendirme kuruluşlarının ülkelerin kredi notlarını düşürürken de yükseltirken de uluslararası meselelere ve siyasi yaklaşımlara göre davrandıklarını savunan bir bilim insanı olarak, piyasaların sadece derecelendirme kuruluşlarının yaklaşımlarına göre karar vermediklerini düşünüyorum.

Son günlerde faizlerin bu kadar yüksek olmasına rağmen piyasadan ciddi oranlarda nakit döviz alımları gerçekleşmektedir.

31 Mart sonrasında rahat bir ortam adına bu döviz alışlarını azaltacak veya durduracak yaklaşımların gerçekleştirilerek uygulanmaya konması gerekli hatta zorunludur.

Bu uygulamaların hayata geçirilememesi durumunda enflasyonun düşeceğini beklemek boşuna bir bekleyiş içerisine girmekten başka bir şey değildir.

Kredi faizlerinin yüzde 55 ile yüzde 60 seviyelerinde olması da bunun ciddi bir göstergesidir.

Ortam öyle bir hâl almıştır ki finansman maliyetlerinin geldiği durumda amaç, “ne kadar az zarar edebilirim” durumundadır.

Diğer taraftan kurların bu kadar oynak olduğu bir ortamda maliyetleme yapmanın zorluğunu da ancak bu işin içerisinde olanlar bilmektedir.

Şunu kabul etmek lazım; bizim gibi gelişmekte olan ve ekonomisi ithalata dayalı olup yapacağı ihracatla ithalatın açığını kapatmaya çalışan ülkelerde kur rejimleri çok sıkıntılı seyretmektedir.

Yani kur yükselip ihracatçı sevinirken ithalatçı üzülmekte; kur düşerken ise hem ithalatçı hem ihracatçı sevinmektedir.

Bunlara ilaveten döviz kurunu tutmaya çalışmanın yanında faizleri de belirli seviyelerde kontrol altına almak, seçim sonrasında ekonomide daha da sıkıntılı bir sürecin bizi bekliyor olacağı anlamına gelmektedir.

Yapılması gereken serbest piyasanın gerektirdiği şartlar altında hareket alanımızı belirleyerek ilerlemek ve sıkıntıları bir an önce aşmak olmalıdır.

Aksi yapılırsa veya yapılmaya devam edilirse sorunların çözümünün çok uzağında kalmaya devam edeceğiz.

Bir anlamda sorunlar sarmalı devamlı büyüyecek; bir noktada da içinden çıkılmaz bir hâl alabilecektir.

Bir daha asla ama asla Kur Korumalı Mevduat (KKM) gibi bir uygulamanın yanından bile geçilmemelidir.

Önümüzdeki günlerde açıklanacak olan Merkez Bankasının 2023 yılı faaliyetleriyle ilgili raporlarda, ciddi zararların olduğu kamuoyu tarafından görülecek ve bu zararın en büyük kaynağının da Kur Korumalı Mevduat olduğu anlaşılacaktır.

Gerek Kur Korumalı Mevduat gerekse de forward (vaade dayalı döviz alım satım) işlemleri Merkez Bankasının 2023 yılı faaliyetlerindeki zararın en büyük iki sebebi konumundadır.

Burada ortaya koyduğumuz bilgiler ve veriler ışığında, 31 Mart 2024 sonrasında piyasalarda daha da serbestleşmiş bir yapının ortaya konulacağı mümkün gibi görünmektedir. Benim de beklentim bu yöndedir.  

Vatandaşımızın ve şirketlerin yapması gereken, böyle bir serbestleşme ortamında nasıl pozisyon alacaklarını şimdiden belirlemeleri yönünde olmalıdır.

Atalarımızın söylediği “Erken kalkan yol alır” atasözüne biz de şu eklemede bulunalım ki içinde bulunduğumuz durumu bir cümle ile açıklayabilelim; “Erken kalkan yol alır; geç kalkan yolda kalır.”