Tuhaf bir gerginlik içindeyiz. Toplumda anksiyete birikiyor. Her an bir yerlerde bir şey patlayacakmış hissi uyandırılıyor.

Siyasal, ekonomik veriler iyi gibi görünse de…

Sosyal hayatımız çok kirli biçimde yeniden kurgulanıyor.

Kaynamayı içten içe körükleyenler, köpürtenler var. Bu işi iyi bildiklerini iddia ettikleri bir jüri ile ölümü gösteriyorlar. “Merak etmeyelim, her şey yolunda” görüntüsü vermek için diğer jüri üyeleri ile de sıtmaya razı ediyorlar.

Ve bu büyük yıkım projesinin pis sonuçlarını güncel siyasetin üzerine yıkıyorlar.

Siyasetin hiç suçu yok demiyorum…

Başkaları gibi doğrudan dış güçlerin, Türkiye’nin kalkınmasını, şaha kalkmasını, yerlileşmesini istemeyen düşmanların eseridir de demeyeceğim.

Değerler sisteminin bize getirdiği, bizim yılların birikimiyle tebarüz ettiğimiz ‘şeyler’ ile günlük hayatta karşılaştığımız ‘şeyler’ çok farklı. Değerlerin yerine ikame ettiğimiz ‘şeyler’le kendimizi ifade edemiyoruz, bu belli.

‘Kroys’ kaymış görünüyor.

Uluslararası bir enstitünün araştırmasına göre geçen yıl 379 milyon kadın şiddet gördü. 167 ülkede yapılan araştırmaya göre bu ülkelerin yüzde 90’ı cinsiyetçi yasalara sahip.

Ülkemizde de durum farklı değil. 2017’de 24 bin 500, geçen yıl ise 28 bin 500’ün üzerinde kadın şiddet ‘mağdur’u oldu. Bu rakam sadece belgelenenleri yansıtıyor. Aile içinde kalanlar, töre gereği açıklanmayanlar, tehdit yüzünden ortaya çıkmayanlar, kendi cezasını kendi verdiği için örtbas edilenler… Bütün bunlar istatistik dışı…

6284’ün tam anlamıyla işletilmesi bir güç tarafından engelleniyor. ‘İstanbul Anlaşması’ ile başlayan ‘İktidar aileyi yok ediyor’ rezil kampanyasının altında da bu yatıyor.

İzmir’de insan bile sayılamayacak bir adam ‘bakımsızsın’ diyerek eşini öldürüyor.

Ordu’da masum bir genç kız evinin önünde katlediliyor.

Eşini eve kapatıp çocuklarını büyüttüren ve hizmetçisi gibi kullanan bir alçak…

Başka kadınlarla ilişkisi ortaya çıkınca edepsizliğini eve kapattığı eşini döverek kapatmaya çalışıyor.

“Kadınsan kadınlığını bileceksin. Müslüman kadın dilsizdir, sağırdır” filan saçmalığıyla baskı kurup hayatını yaşıyor.

Böyle insanlar var bu toplumda. Bu alçak adamları destekleyen birtakım yazar, çizer, akademisyen ve sanatçı güruhu bu şerefsizliğin ortakları…

Bu adamların yaptıkları yanlarına kâr kalıyor.

Masum kadınlar evlatlarını yetim bırakıyor. Genç kızlar toprağa giriyor.

Sonra tutup…

“Yahu bu toplumda erkeklere şiddeti kim konuşacak!” saçmalığıyla baş başa kalıyoruz.

Bir de şöyle bir dil geliştirmişiz: “Tecavüz mağduru”, “aile içi şiddet kurbanı…”

‘Kurban’, bizim terminolojimizde kutsal bir değere tekabül eder.

‘Mağdur’ da öyle…

Çünkü bir açıdan erkek şiddetini mazur gösterir.

Yeni bir tanıma veya ifade biçimine ihtiyacımız var.

Din, gelenek ve kültür bir kadını dövmenin, sakat bırakmanın hatta öldürmenin yolunu açmaz. Hatta reddeder. Ama din, gelenek ve kültür adına konuşma hakkını kendinde bulup, bu hakkı kişiselleştirenlerin başvurduğu bir vandallıktır.

“Şiddet iktidarın yapışık ikizidir” derseniz, hiçbir şeyi anlamamışsınızdır demektir.

Kişisel hak ve özgürlükler ile ailenin korunması için çıkarılan yasaları uygulama konusundaki çelişkiler elbette eleştirilebilir. Fakat ‘bütün şiddet türlerinin tek müsebbibi iktidar’ derseniz bu büyük bir haksızlık olur.

Her türlü şiddetin kaynağını araştırmak zorundayız. Üniversiteler, STK’lar, klinikler, devletin bu konudaki bütün aygıtlarının görevi bu. Fakat çözümleriyle birlikte değerlendirmeliyiz.

Bakımsız olduğu gerekçesiyle eşini öldüren adam hafifletici sebepler var diyerek üç beş yıl içeride yatıp çıkamamalı.

Gencecik bir kızı katlettiği halde duruşmalarda kravat taktı diyerek bir alçağın cezasının büyük bir bölümü silinmemeli.

Hiçbir barbar, düzenli olarak eşini dövdüğü halde ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılmamalı.

Aileler, şiddet mağduru kızlarını “Kocandır, bu sever de döver de” diyerek tekrar aynı cehenneme göndermemeli.

İşte meselemiz bu olmalı…

(Nasipse gelecek yazımızda devam edelim…)