Dönüp bakmaya cesaret edemediğimiz hadiseler, artık dinlemeye gücümüzün olmadığı şarkılar, yumruk kadar et parçası kalbimizin dayanamadığı şiirler var.

Olmaz denilenin olduğu, iyi ve kötünün karıştığı, içinden çıkamadığımız yıkılmışlıklar var.

Bu yıkıntılar arasında kalmış nice analar, babalar, çocuklar, kıyıya vurmuş olanlar var.

Bir kıyıda unutulmuş; Aliler, Mehmetler, Zeynepler var.

Zalimin mazluma galebe çaldığı, paletindeki renkleri çaldığı bu cihanda, haddinden fazla griler siyahlar. Etrafımızda raks eden muhtelif oyunlar, ahvale göre tahvil edilen senaryolar. Duruma ve ortama göre şekil alan, vicdan yoksunu eyyamcılar var.

Ellerinde fırçalarla küfrü yeşile boyayanlar ve düşünme melekesi dondurulmuş başına ne geleceğinden bihaber yığınla kalabalıklar var.

Herkesin çok sesli, çok yukardan konuştuğu hiç susmadığı.

Herkesin her şeyi en iyi kendisinin bildiğini iddia edip hiçbir şey bilmediği zamanlardan geçiyoruz.

Sükût etmesini bilmeyenin bilgisinden şüphe edilmediği bu çağda, küfrün zulmün duvarına tuğla ören insan teklerinin sayısı her geçen gün artıyor.

Kibir kulelerinin, bütün varlığı hiçe sayan kibir kulelerinin, her yerde tecessüm ediyor oluşu.

Fikrin, doğanın, insanın celladı: modern dünyanın hakimi şahmeranların, etrafımızı sarması.

Kamufle ettikleri asıl çehreleriyle, yeşile boyadıkları küfürlerle, Müslümanlar’ı uyutuyor olmaları.

Basitlik içindeki haşmete, hayal içindeki gerçeğe talip olamama gafleti.

Önce değerlerimizin, sonra tercihlerimizin daha sonra da beklentilerimizin değiştirildiği bizler, kaybettiğimiz hassasiyetlerimizin derinliği karşısında, talep ettiklerimizin sığlığının farkında mıyız? Güzeli çirkini, doğruyu yanlışı, iyiyi kötüyü birbirinden ayırabilecek ihtisasa sahip miyiz?

İrade evimizin anahtarının bizim elimizde olduğunu kim söyleyebilir?

Agâh olmak, her yeni şeyin iyi olmadığı hakikatini bir an olsun unutmamak mecburiyetindeyiz.

Kimlerle yürüdüğümüz kadar, kimlerle yürümediğimiz de önemli.

Kabul ettiklerimiz kadar reddettiklerimiz de. Sakın la süpürgesini elinden bırakma, diyen mütefekkire kulak vermek icap ediyor.

Dünün öldüğü bugünün de beli bükük olduğu, belin bükülmeden ecel rüzgarının başında esebileceği gerçeği. Her şey gelip geçerken, hakikat hep yerli yerindeyken. İnanmış insanın şimdi olduğu yerden, vakit kaybetmeden başlaması gerekliliği.

Dünya sahnesinde Alilerin, Mehmetlerin, Zeyneplerin; zulme uğramış bütün varlığın hakkını korumaya ve hakikati gür bir sesle haykırmaya memur Müslümanlar. Sadece ibadet etmekle mükellef olmayan, hayata müdahil, içinde ve dışında cereyan eden hadiselere kayıtsız kalamayan.

Şahmeranlar ordusuna karşı etten duvar olan, buna gücü yoksa o vakit yapılan yanlışı sözle ikrar eden. Ona da gücü yetmiyorsa, kalben buğzedenler.

Yani bizler, inandığımızı iddia edenler. Allah’a, Kur’an’a, sünnete, ahiret gününe.

O halde söyler misiniz, şah damarından daha yakın olan Allah’a inanmış insanın karşısında hangi güç durabilir?