Türkiye seçimini yaptı. Bütün dünya medyası ve akledebilenler “seçimin kazananları” konusunda mutabık kaldılar. Kaybedenler kulübü ve yandaşlarının manşetleri komik ve aylar öncesinden “kazanacaklarına inandıkları” gibiydi. Atılan hiçbir manşet mantıklı değildi; ne de olsa “post true” bir dünyada yaşıyorlardı ve o dünyada hakikat yoktu. Sanal medyanın sanal dünyasında anka kuşunun kanadında Kaf Dağı’nı aşarak altın ve zümrütten saraylarda kral olan çocuğun rüyası kadar gerçekçi olmayan bir dünyada yaşıyorlardı. O dünyanın bir coğrafyası, tarihi ve sosyolojisi yoktu. O dünyada bu toprakların sahipleri, tarlada çalışan eli nasırlı insanları, fabrika işçisinin ve ailesinin rahatı için mesaiye kalanlar, enkazdan çıkanlar ve çıkamayanların yakınları yoktu. İşine dört elle sarılırken ülkesinin güvenliği, yer altı zenginlikleri, karada ve denizde edinilen kazanımlar için söylenenlere kulak kabartanlar da yoktu. Hayatını, nesillerin geleceğini mutfakla helâ arasında düşünmeyi zillet görenler de sanal dünyanın hayal ikliminde yaşamıyorlardı. Kimliğini ve var oluş paradigmasını ülkenin tarihi, coğrafyası, kültürel birikimi ve medeniyeti üzerinden tarif edenler de oralarda değildi. Olmayan sanal devlete aylar öncesinden mevcut bakan sayısının yarısı kadar cumhurbaşkanlığı yardımcısı ve kulislerden sızan verilerle ihdas edilecek otuz- kırk bakanlıkla kurulacak hükümet vaadi ve uzun yıllar istikrarsızlığın sebebi olarak bilinen "güçlü parlamentarizm" vaadi ülke gerçekleri ile örtüşmedi.

Daha da ileri bir iddia ile meseleye bakıldığında oldukça ilginç yorum ve yeni değerlendirmeler gerektirecek sonuçlarla karşılaştık. Siyaset bilimi disiplininin ve parti çalışmalarının “kanonik” metni olan Duverger'in Siyasi Partiler isimli kitabının ortaya koyduğu veriler üzerinden meseleye bakıldığında akademik çalışma gerektirecek oldukça ilginç ve tutarsız bir siyasi süreç yaşandığını kabul etmek gerek.

Siyasî bir oluşum olarak parti nedir? Sözlük "Bir ülkenin yönetimini üzerine almak veya yönlendirmek amacıyla kurulmuş, aynı düşünce ve görüşteki kimselerin meydana getirdiği siyasî topluluk, fırka." olarak tarif eder. Burada altı çizilmesi gereken ifade "aynı düşünce ve görüşteki kimseler"dir. Bu seçim bu tarifi askıya aldı. Kim, hangi değer üzerinden kiminle birlikte ve kimden oy istiyor? sorusu, anlamını yitirdi. Mesela Türk milliyetçileri, Kürt milliyetçileri, sosyalistler, sosyal demokratlar ve akılcılığın egemen olduğu bir çağda aklını yitirmişlerin cirit attığı sanal dünya tımarhanesinden devşirilenlerin aynı kişiye oy vermek üzere bir sofraya oturmaları istendi. "Halil İbrahim Sofrası" olarak tanımlanan sofrada şehit kanıyla pişirilmiş domuz yahnisi, Batı’da yetiştirilmiş üzümden damıtılan şaraba batırılmış ekmek, Medine hurmasından tatlı, Kandil'den kekik, İngiltere ve Fransa'dan fikir vardı. Sofraya kimin hangi kimlikle oturduğu, hangi meselelerde ne istediği kocaman bir muammaydı.  

Tartışma bu metnin sınırlarına sığdırılamazsa da hatırlatmakta fayda var.  Hiçbir siyasal olay, olgu ve ittifak/ortaklık sosyolojik yapılardan bağımsız değildir. Yaşadığınız toplumun dinî. Sosyolojik, jeopolitik önceliklerini görmezden gelerek siyaset yapamazsınız; bir görüş, tez, edebi metin üretemezsiniz. Mesela birlikte yaşadığımız ve aynı sofraya oturduğumuz Anadolu insanının ilginç bir tavrı var. Bir Batı ülkesinde oturduğunuz masada sınırsız şarap tüketilirken masaya servis edilen etin domuz eti olup olmadığını sorgular. Bu durumun dinî hassasiyetle açıklanması mümkün değil ve karmaşık bir sosyolojik hassasiyet gerektirir. Türkiye'de alt - orta sınıf seçmen olarak tarif edilen nüfusun hassasiyetlerini, ekonomik sıkıntılarını "soğan - patates fiyatı gürültüsüyle" dönüştüremezsiniz.  Mülteci anlayışınızı ABD ve Avrupa ile özdeş kılarak hatta Nazi ırkçılığı ölçeğinde yabancı düşmanlığına yükselterek toplumun ekserisinin misafirperverlik ve Ensar anlayışını da değiştiremezsiniz.    

Siyaset insan ve toplumla etkileşimdir ve birbirine yakın düşünenleri bir araya getirmektir. Ortak idealler için bir araya getirdiğiniz insanlarla toplumun menfaatleri, devletin saygınlığı, stratejik paradigması üzerinden inşa ettiğiniz ortak gelecek ideali sizi bir yerde konumlandırır. Asgari müşterekleriniz arttıkça hedeflerinize daha da yaklaşırsınız. Yukarıda tarif edilen sofrada bir araya gelenleri ilginç ve çekici kılan "üzerinde anlaştıkları şeylerin hiçbirinin bu toplumun temel anlayış ve beklentilerini karşılamamasıdır." Hangi konularda mutabık kaldılar? Makam dağılımında, savunma sanayi ve teknolojisine karşı olmakta; birileri terör konusunda sessizlik yeminine sadık kalırken, bir iki yedekçi ile terörü lanetlemek ve inandırıcı olamamak konusunda mutabık kaldılar. Parlamenter sisteme, sembolik başkanlığa geçmek için gerekli meclis çoğunluğuna ulaşamadılar; ama inandırıcılığını çoktandır yitirmiş medya "Kaybettiler!" manşetiyle çıktı. Meclis çoğunluğunu alanların kaybetmesi nasıl bir şey? Bütün gazeteler yarı final oynayan ve 3-2 kazanan takımın puanının final için avantaj olduğunu yazarken; tek bir gazete "yenildiler, ama kazandılar” manşetiyle çıkacak kadar komik bir durum. Kaybeden depresif ve agresif topluluğun kayıplarının hıncını deprem bölgelerindeki insanlara yönelik çirkin ve gayrı insani ifadelerle dengeleme ihtiyacı tımarhanelik hastanın sayıklamaları gibiydi. Hele birilerinin "bu durum özellikle yaygınlaştırılıyor" şikâyetinde bulunması, daha hastalıklı bir tavırdı.

Demokrasi gereği siyaset yapanların ve "Demokrasi Gelecek" vaadinde bulunanların bitmemiş bir seçimin sonucunu ilan etmesi ve oy kullanan insanları yok sayarak "demokratik bir duruş sergilemesi (!)" oldukça manidardı. Demokrasi, insanları yok sayarak değil, var sayarak ve tercihlerine saygı duyarak siyaset yapabilme becerisidir.