Üniversitede bu sene, yönetimde dijital dönüşüm ve yapay zekâyı konuştuğumuz bir ders veriyorum.

Sınıfta şu cümleyi çok sık tekrarlarım: Arkadaşlar unutmayın, esas hedef insan beynidir!

Elbette pek çoğunuz, Elon Musk’ın önce bir maymun sonra da bir insan beynine çip yerleştirmeyi başardığını duymuşsunuzdur.

Fakat sizin de dikkatinizi çekmiştir; ‘beyne ulaşma’ neredeyse hep “büyük bir teknolojik başarı” olarak gündeme getiriliyor. Pazarlamanın ana fikri şu: İnsan beyniyle bilgisayar arasında bağlantı kurarsak birçok nörolojik soruna çözüm üretebiliriz.

Saf değiliz; modern dünyanın, her teknolojik adımı büyük bir başarı diye yutturmaya kalktığını biliyoruz ama yine de riskleri neden bu kadar az konuşuyoruz?

Kamuoyuna genellikle iyi yönleri parlatılarak aktarılan ‘bilgisayarla insan beynine ulaşma’ meselesi yeni değil.

2018 yılı Davos zirvesinde İsrailli tarihçi ve yazar Yuval Noah Harari bakın özetle neler söylüyordu:

“Bugün veri en önemli ekonomik varlık. Peki, neden? Önemli çünkü sadece bilgisayarlara değil; insan ve diğer organizmalara müdahale edebildiğimiz, bir anlamda onları ‘hackleyebildiğimiz’ bir noktaya ulaştık. İnsanları “hackleme” yeteneği kazanıyoruz. Bunun için özellikle biyometrik veriye (canlı organizma verisine) ihtiyaç var. Vücudun, beynin içerisinde ne olup bittiğinin verisine…”

Musk’ın çipi Harari’nin gösterdiği hedef yolunda çok kritik bir gelişme. Böylece insan beyniyle bilgisayar arasında bağlantı kurma; yani beyin verisini elde etme yolunda önemli bir eşik geçilmiş oldu.

Economist dergisinin 3 Haziran 2018 tarihli sayısı da şu kapakla çıkmıştı: “Sıradaki hedef. Düşünceler makineleri kontrol ettiğinde”.

Görüyorsunuz değil mi, olay nasıl da tek taraflı aktarılıyor? Peki, makineler düşünceleri kontrol etmeye başlarsa ne olacak? Hadi makineler demeyelim de insan beynine ulaşan makineleri ele geçiren “kötü insanlar” diyelim…

Böyle bir risk yok mu? Neden bundan bahsedilmiyor?

Evet, reklamları bir kenara koyarsak olay, “ne güzel, felçli insanlar çipler sayesinde makineleri kontrol edebilecek” deyip işin içinden sıyrılacak kadar basit değil. Riskler büyük.

Örneğin, Batı gibi yapacağını gizliden değil aleni şekilde yapan Çin'de hükûmet, çalışanlardan beyin dalgalarını tarayan şapkalar takmalarını istiyor. Böylelikle beyne yönelik “veri madenciliği” sayesinde endişe ve öfke gibi tüm zihinsel durumlar takip ediliyor.

Neyse ki teknolojik adımlar hızlandıkça insanlar durumun ciddiyetini kavramaya başladı.

Özetle şöyle bir gelişme ortaya çıkmış durumda: Hedef insan beyniyse çare nöro-haklar!

Şili, 2021 yılında dünyada anayasasına nöro-teknolojiler ve “beyin hakları” konusunu dâhil eden ilk ülke oldu mesela.

Geçen sene kasım ayında AB Parlamentosuna bağlı bir araştırma merkezi “Beyinlerimizin yasayla korunması gerekiyor mu?” sorusunu sorarak konuyu AB’de tartışmaya açtı.

Daha iki hafta önce Colorado eyaleti nöralveri koruma yasasını onayladı. Böylece Colorado, "hassas olarak yasal" şeklinde tanımladığı nöralveriyi koruma altına aldı.

İnsanoğlunun beynini korumak üzere vakıflar kuruluyor. Columbia Üniversitesi merkezli ‘Nöro-Haklar Vakfı’nın web sitesi “Nöro-Teknoloji Çağında Yeni İnsan Hakları” sayfasıyla sizi karşılıyor.

Akademik çalışmalar artıyor.

İnternette kısa bir araştırmada “yeni insan haklarına mı ihtiyacımız var?” başlıklı bilimsel makalelerle karşılaşabiliyorsunuz. Yazar, “İnsan beynine ulaşmayı sağlayan teknolojik gelişmeler karşısında düşünce özgürlüğü konusu yeniden ele alınmalı.” diyor.

İran kökenli Amerikalı avukat Nita Farahany’nin kitabı “Beynimiz İçin Savaş: Nöro-Teknoloji Çağında Özgürce Düşünme Hakkını Savunmak” geçen sene bu vakitler raflardaki yerini almıştı.

Görüldüğü üzere beynimiz ve düşüncelerimizi ‘bize özel’ olmaktan çıkarmak isteyen teknoloji yanlıları ile buna karşı durmaya çalışanlar arasında yeni bir mücadele yükseliyor.

Kısacası, ‘geliyor gelmekte olan’. Peki, biz buna hazır mıyız?