İlber Ortaylı, 19. yüzyılı Osmanlı’nın en uzun yüzyılı olarak adlandırır. Belirsizlikler, üst üste alınan yenilgiler, toprak kayıpları bu dönemi bitmek bilmeyen bir işkenceye çevirmiştir. Bu düşkünlüğün sebeplerini tamir etmeye çalışan Osmanlı yönetimi, Batı’nın üstün silah gücüne yetişebilmek için birçok taviz vermiş, Tanzimat Fermanı’yla resmîleşen bu adımlar; sadece ordunun yenileşmesine değil, toplumun tüm kesimlerini içine alan bir dönüşümün de başlamasına sebep olmuştur. Batı sermayesi için âdeta açık pazara dönüşen Osmanlı toprakları sadece ekonomik olarak değil, sosyal ve kültürel olarak da çöküşe geçmiştir. Batı’dan tercümeler yoluyla gelen fikirler, gazeteler kanalıyla yayılarak gençlerin ahlaki değerlerini aşındırmaya başlamıştır.

Önceleri pozitivizm adıyla başlayan bu fikirler ileri safhada materyalizm şeklini almıştır. Osmanlı’da olumsuz tesirleri yansıyan materyalizmin ilk temsilcileri Moleschott (1822-1893), Karl Vogt (1817-1895), Ludwig Büchner (1824-1899) ve Ernest Haeckel (1834-1919)’dir. D. Strauss (1808-1874), L. Feuerbach (1804-1872), Karl Marx (1818-1883) ve F. Nietzsche (1844-1900) bu akımı tüm dünyaya taşıyan en etkili isimlerdir. Materyalist düşüncenin Osmanlı’ya sıçraması özellikle Büchner’in “Madde ve Kuvvet” isimli kitabının tercüme edilmesiyle başlamıştır.

Osmanlı’da ilk olarak pozitivist fikirleriyle dikkati çeken ve intiharıyla akıllarda kalan Beşir Fuad (1852-1887) ismi zikredilebilir. Beşir Fuad’dan sonra materyalizmi sistemli olarak savunmaya ve yaymaya çalışan asıl kişi Baha Tevfik (1881-1914)’tir. Yukarıda ismi sayılan Batılı materyalistlerin kitaplarını ilk kez Türkçeye çeviren de bu isimdir. Abdullah Cevdet (1869-1931) de bu dönemin bir diğer azılı materyalistidir. Özellikle bu üç ismin Osmanlı payitahtında elini kolunu sallayarak fikirlerini yayması ve özellikle Harbiyeli öğrenciler arasında taraftar toplaması halkın yoğun tepkisiyle karşılaşmıştır.

Yazımızın konusu olan İsmail Fenni Ertuğrul (1855-1946), bu materyalist fikirlerin Osmanlı aydınları ve özellikle de gençler üzerindeki olumsuz tesirlerini ve bir nevi “moda” ve dinsizlik cereyanı hâline gelişini bizzat müşahede etmiş, bundan duyduğu rahatsızlık dolayısıyla da “Maddiyyun Mezhebinin İzmihlâli” adlı eserini kaleme alarak bu fikirlerin ne derece çürük temellere dayandığını ortaya koymuştur.

1855 yılında -bugün Bulgaristan sınırları içinde kalan- Tırnova’da doğan İsmail Fenni, Fatih Türbedârı olarak bilinen Ahmed Amîş Efendi’den ilk eğitimini almış ve sonraki yıllarda tasavvufi anlamda Amîş Efendi’yi mürşidi olarak görmüştür. Memleketinin Ruslar tarafından işgal edilmesi üzerine 20 yaşında İstanbul’a göç eden İsmail Fenni, Maliye Nezareti’nde memuriyete başlamıştır. 1879-1911 arasındaki devlet hizmetinde titiz, dürüst ve çalışkan biri olarak tanınan Fenni, başarılı çalışmalarından dolayı korgenerale mukabil sivil rütbe payesi, dördüncü dereceden Mecidi ve üçüncü dereceden Osmanlı nişanı gibi ödüllere değer görülmüştür.

Fenni, 1911 yılında emekli olduktan sonra daha önce başladığı eserleri tamamlamak amacıyla felsefi konularda araştırmalar yapmıştır. İlk eseri ve aynı zamanda Türkiye’nin ilk felsefi terimler sözlüğü olan “Lügatçe-i Felsefe”yi 1927'de yayımlayan Ertuğrul, daha sonra “Maddiyyun Mezhebinin İzmihlali” (1928), “Vahdet-i Vücud ve Muhyiddin-i Arabi” (1928) ve “Küçük Kitapta Büyük Mevzular” (1934) gibi önemli eserlere imza atmıştır. Uzmanlık alanı felsefe olmakla birlikte edebiyat ve müzikle de uğraşmış, keman, kanun ve tanbur meşk etmiş, gazeller yazmıştır. Musiki alanında eserler ortaya koyarak 200’den fazla şarkı, peşrev, semai besteleyen Fenni’nin bestelediği bazı marşlar 1924’te Cumhurbaşkanlığı tarafından ödüllendirilmiştir. Münzevi olarak geçirdiği bir asra yaklaşan ömrünü 29 Ocak 1946’da İstanbul’da tamamlayan İsmail Fenni, Eyüpsultan Mezarlığı’na defnedilmiştir. Vasiyeti üzerine, evindeki 9 bin 50 ciltlik kütüphanesi Beyazıt Devlet Kütüphanesi'ne, Cağaloğlu ve Büyükada'daki evleriyle basılmamış eserleri ve bütün kitaplarının basım hakkı Darüşşafaka'ya bağışlanmıştır. "Tercüman-ı Hakikat" gazetesinde yazdığı makalelerle, Türk basınında emeği geçen en eski yazarlardan biri olarak da tanınan Fenni’nin eserlerinin bir kısmı vefatından sonra yayınlanmakla birlikte, kalan kısmı yayınlanmayı beklemektedir.

Yaşadığı dönemde Türk toplumunda yayılmaya çalışılan materyalist fikirlere tepki gösteren Fenni, tasavvufun vahdetivücut düşüncesini benimseyerek maneviyatçı bir çizgi izlemiştir. Batılı materyalistlere cevap verebilmek için Fransızca ve İngilizce; İslam kaynaklarını okuyabilmek için de Arapça ve Farsça öğrenmiş ve bu dillerden 15 kadar eseri Türkçeye kazandırmıştır. İsmail Fenni, ilmî gayesini hatıratında, "Ben âcizane 90 senelik ömrümü, ilme ve güzel sanatlara verdim. Doğu ve Batı düşünce âlemini, bunların birleştikleri, ayrıldıkları ve birbirlerini şiddetle reddeder göründükleri noktaları inceledim. Eserlerimle, vardığım hakikatleri, bugünün ve yarının nesillerine anlatmaya çalıştım." şeklinde ifade etmiştir. Mahmut Kemal İnal ise "Fenni Bey, halk ile karışmaktan, beyhude laflarla vakit kaybından çekinen, daima ilim ile meşgul; tevazu ile meluf, müstakim, halim, selim, nazik, edepli, bir ehl-i kemaldir." ifadelerini kullanmıştır.

Vefatının yıl dönümünde rahmetle anıyorum.