İsrail makamları, Ortadoğu’daki en temel politikalarının; İran’ın bölgedeki “tehlikeli askeri varlığını” durdurmak olduğunu ileri sürseler de geçmişten bugüne uzayan gelişmeler, esas siyasetin Filistin topraklarını işgal ve ilhak üzerine kurulu olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda, İsrail hükümetlerinin sistematik bir şekilde Filistin adını, teorik ve pratik olarak haritalardan ve hafızalardan silme çabası dikkatlerden kaçmamaktadır.

Bu düşünce kapsamında, Filistin yerine İsrail isminin kullanımının bilinçli bir biçimde yaygınlaştırılması, dünyanın değişik bölgelerinde bulunan Yahudileri Filistin’e yerleşmeye teşvik etmesi ve buna karşılık İsrail’in kurulduğu 1948 yılından bu yana Filistin’den zorla göç ettirilen Filistinlilere geri dönme hakkı tanımaması, yukarıdaki politikayı açıkça gözler önüne sermektedir. Bunun yanı sıra Temmuz 2018 tarihinde İsrail Parlamentosu’nun kabul ettiği, “Yahudi ulus devlet yasası” ile Ocak 2020’de açıklanan ve “Yüzyılın Planı” adı verilen ABD-İsrail ortak projesi “Ortadoğu Barış Planı” söz konusu siyaseti teyit eden siyasi kararlardır.

İsrail makamlarına göre Filistin ve İsrail diye iki ayrı ülke ya da toprak parçası yoktur. Tek bir ülke vardır ve onun adı İsrail’dir. İsrail ise yeryüzündeki tüm Yahudilerin tarihi anavatanıdır ve bu yüzden tüm Yahudilerin kayıtsız şartsız bu topraklara geri dönme hakkı vardır. Ayrıca bu toprak parçasında, “kendi kaderini tayin etme hakkı” sadece Yahudilere ait bir haktır. İsrail’in uygulamaya sokmaya çalıştığı bu tezler, İsrail politikalarının “Yahudi devleti” esası üzerine işlediği görüşünü doğrular niteliktedir.

Kaldı ki, ülkenin asli unsuru olan Filistinlilerin tarihi, kültürel ve hukuki haklarını topyekûn ortadan kaldırmayı amaçlayan böyle bir politika, hem Birleşmiş Milletler kararlarına hem de uluslararası hukukun temel prensiplerine aykırılık teşkil etmektedir. Ancak İsrail’in güce dayalı siyaseti karşısında bunun hiçbir öneminin olmadığı bir kez daha canlı canlı izlenmektedir.

Filistinlilerin tarihi varlığının ve haklarının korunması ve garantiye alınması hususunda Arap devletleri, Türkiye ve Yunanistan’ın özgül bir ağırlığı vardı. Fakat Türkiye dışındaki bu devletler, Arap Baharı ile birlikte izledikleri köklü Filistin politikasını İsrail lehine değiştirdi. İsrail siyaseti, öncelikle Arap Baharı sonrası meydana gelen siyasi ve toplumsal olayları, Arap devletlerine karşı ciddi bir koz haline getirmeyi başardı. Bu çerçevede Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan ile sıkı işbirliği yaptı ve onlara iktidara gelme potansiyeli taşıyan demokratik siyasi akımlar karşısında aktif ve açık destek verdi. Bunun karşılığında bu devletler İsrail’in Filistin topraklarını ilhak planlarına göz yumdu.

Benzer durum, Doğu Akdeniz’de de kendini gösterdi. Türkiye ile Yunanistan’ın Filistin meselesine bakış açısı genelde aynıydı. Hatta Yunanistan bu konuda Türkiye’den daha katı bir tutuma sahipti. Doğu Akdeniz enerji kaynakları üzerinden patlak veren siyasi gerilimde İsrail’in uluslararası desteğini almayı doğru bir yol olarak gören Yunan hükümetleri Filistin siyasetlerini, İsrail lehine terk ettiler. İsrail için bu önemli bir siyasi kazanımdı.

İsrail makamlarının, Doğu Akdeniz üzerinden Yunanistan’dan kopardıkları Filistin tavizini, şimdilerde daha büyük ölçüde Türkiye’den koparmanın peşinde olduğuna dair bilgiler duyulmaktadır. Rivayete göre İsrail’in, Filistin’deki iddialarından vazgeçmesi koşuluyla, Türkiye’ye Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ta uluslararası destek sağlama ve Libya ile yapılan anlaşmaya benzer bir deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşması yapma sözü verdiği ileri sürülmektedir. İsrail için şüphesiz Filistin konusunda Türkiye Yunanistan’dan daha mühim bir ülkedir.

Şimdiye kadar Libya’da renk vermeyen İsrail’in, aslında Türkiye’yi kendi teklifine razı etmek amacıyla başından beri Hafter’e destek verdiği ise başka bir iddiadır. Buradaki amaç Türkiye’nin iyice köşeye sıkışmasını sağlamaktır. O halde Libya’da, Türkiye’yi dengelemek için Fransa’nın başını çektiği Hafter koalisyonuna karşı NATO’nun, meşru Libya hükümetine son zamanlarda verdiği destek mesajlarının, İsrail’in bu stratejisine beklenmedik bir darbe vurduğu söylenebilir.