Daha önceki yazılarımda Dünyanın Doğu ve Batısındaki birçok ülkede farklı idare/yönetim felsefeleri ve usullerinin geliştirildiğinden bahsetmiştim. Son dönemlerin başarılı modeli olarak “6 

SIGMA” kurallarından kısaca bahsetmiştim. Şimdi de, Avrupa merkezli yönetim anlayışının dışında özgün ve başarılı bir yönetim modeli kurmayı başaran Japonlardan söz edelim.

Japonlar hakkında onları yerlere göklere sığdıramayan ve bir mucizeden bahseden birçok basmakalıp cümle kurulabilir. Burada onları yermek yada göklere çıkarmak niyetinde değiliz. Fakat kurdukları modeli başarısını gözden kaçırmamak gerekiyor.

İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki ağır mağlubiyet ve yıkıma rağmen Japon toplumunun disiplin içindeki üstün gayreti bütün ilgiyi Japonya’ya yöneltmişti. Her iki dünya savaşında da aktif rol alan Japonya, tektonik kayalar üzerinde Türkiye’nin üçte biri büyüklüğündeki toprağı ve o günkü Türkiye nüfusunun üç katı büyüklüğündeki toprak üstünde bu defa silahla yapılmayan yeni bir savaşa girişmişlerdi. Bu savaş bilek zoru, kılıç, top-tüfekle olanından değildi.

Onlar, Japon halkının topyekûn kırılmasına sebep olacak bir savaş yerine çok daha zor bir yolu seçtiler. Yenilgiyi anlayarak barış içinde fakat gelişme ve kalkınmada süreklilik yolunu seçmeye yorgun halkı ikna ettiler. Japon halkı tarihte görülmemiş bir dayanışmayla aynı dönemde Alman’ların da yaptığı gibi top yekûn bir kalkınma seferberliği başlattı. Hepinizin bildiği bu hikâyeyi daha fazla uzatmadan sonuca geçeceğim.

Ülkelerinin haritadan silindiği İkinci Dünya Savaşından 50 yıl sonra Almanya ve Japonya, ister istemez galiplerin yönetimi altına girdi. Fakat yılgınlığa düşmeden savaş dışında yapılabilecek ne varsa onu denediler ve başardılar. Almanya başlangıçta Avrupa’nın ekonomide lokomotifi olurken ilerleyen yıllarda Avrupa Birliği’nin merkezi ve aklı olmayı başardı. Savaştan altmış yıl sonra dünyadaki ağır sanayi devlerinden birisi olmayı başardı. Japonya ise sanayi ile birlikte teknoloji alanında inanılmaz bir başarıyla bu kulvarda birinciliği aldı ve dikkatleri üzerinde topladı.

Bu iki devletin bu derece ilerlemesi, sadece çalışma ile açıklanamaz. İhtiyaç tespiti, fizibilite çalışması, planlı çalışma, disiplinli çalışma, uygulama hatalarını raporlama, çalışma disiplinini kurma, denetim, sonuçları gözden geçirme gibi bütün çalışma ve yönetim usullerinin ortak noktalarını uygulayarak başardılar. Bunu geriye doğru izleyerek anlayabiliyoruz.

Bu başarı bahsettiğim süreçlerin izlenmesi kadar, kendi toplum yapılarına uygun Japon ve Alman kültürüne uygun disiplinli modeller kurmalarıyla da yakından ilişkilidir. Almanlar planlama ve organizasyon becerilerindeki üstün yeteneklerini, dakik ve sistemli çalışmalarını, sanayi istihdam ve ekonominin her alanında bir şekilde taşımayı başardılar.

Japonların başarısını biraz daha detaylandıralım:

Japon toplumu Almanya gibi Batı felsefesi ve değerleri üzerine kurulu bir toplum değildi. O günkü Japon toplumu, bugünkü Japon gençliğiyle kıyaslanmayacak kadar Doğulu bir hayat tarzı, felsefe ve düşünce sistemi hâkim idi.

Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı sonrasında iki atom bombasıyla durdurulması, Japon toplumu için kabul edilemeyecek ağır bir sonuçtu. Buna karşı Japon elitlerinin ve halkın geliştirdiği reaksiyon, barış içinde kalarak fakat yapabileceğinin en iyisini ortaya koyarak kendini geliştirmek ve toplum adına çalışmaktı.

Aslında bu yaklaşım genel anlamda İslam düşüncesi ile hiçbir şekilde çelişmiyordu. Çünkü adı barış anlamına gelen “İslam”, savaşı, başvurulabilecek her yol denedikten sonra en son çare olarak görür ve temel felsefesinde barışın esas savaşın istisna olduğu düşüncesi vardır. Japonlar da kendi düşünce dünyalarına uygun şekilde benzer bir yolu seçmişlerdi.

Başlangıçta Japon üretim modeli Amerika’dan ihraç edilen Taylor modeli ile çalışmaya başladı. Buna göre çalışma ortamında masanın iki tarafı vardı: yönetenler ve yönetilenler. Bu model katılıma kapalı ve yukardan aşağıya mekanik bir model oluşturuyordu. Japonlar bir süre sonra bu yönetim anlayışını kendilerine ait milli model olan Kaizen yönetim modeli ile değiştirdiler.

Kaizen yönetim modeli her şeyden önce insan merkezlidir ve insanı problem üreten değil çözebilecek taraf olarak görür. Fakat birey ile toplum dengesini kurmayı gözetir.

Kaizen felsefesi, ekip çalışmasını ön plana çıkartır ve herkesin kendi işini yaparken görev sorumluluğu ve şuuru ile hareket etmesini önemser. Ekip çalışması son derece önemli bulunur. Ekipteki herkesin sağlığı ve birbiriyle ilişikleri ve dayanışması önemlidir. Bu sebeple, devlet idaresinden şirket yönetimine kadar her noktada, amir ya da memur (ast-üst) olsun kendi alanlarıyla ilgili problemleri yerinde tespit ederek büyümeden çözme durumundadırlar.

İkinci olarak, bu felsefe alelacele sonuca odaklanmaz; sürecin kalitesine ve devamlı olarak geliştirilmesine dayalıdır. Bunu sağlamak için çalışanların işin içinde olmalarını ve yaptıkları işi benimsemelerini önemser. Bu, bir anlamda çalışma barışı ve huzurudur. Bu yönüyle süreç odaklı bir yaklaşım olduğunu söylemek gerekir. Bu felsefe dört basamak üzerine kuruludur:

(Devam edeceğiz…)