31 Mart yerel seçimleri, kısa adı DEM olan partinin ne demokrasiyle ne de partiyle uzaktan yakından bir alakasının bulunmadığı gerçeğini tüm çıplaklığı ile bir kez daha gözler önünde serdi.

*

Eski adı HDP, yeni adı DEM olan bu sözde partinin PKK’nın uzantısı olduğuna vurgu yapan birçok yazı kaleme aldım.

Mütemadiyen bu partinin PKK’nın meclisteki uzantısı olduğu hususuna dikkati çektim ve dünyanın hiçbir yerinde bir terör örgütünü bu denli aleni bir biçimde savunan bir partinin olamayacağını, benim diyen en demokrat (?) ülkelerin bile böyle bir garabete asla müsaade etmeyeceğini savundum.

Bu iddiamıza kanıt olarak da Avrupa’daki tüm ülkelerde DEAŞ’a dair en küçük sempatinin bile ciddi bir terör suçu sayıldığı gerçeğini gösterdim.

Öyle değil mi sahi?

Bırakın terörü savunan bir parti kurmayı, DEAŞ’ı sempatik gösterecek bir yazı bile ilgili yayın organının kapatılmasıyla sonuçlanır!

*

DEM’in PKK olduğu gerçeği 31 Mart’ta hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde bir kez daha teyit edildi.

Üstelik bu kez, bu partiye başka bir misyon daha yüklendi.

Nedir o?

Yazı başlığında da ifade edildiği üzere bu parti âdeta CHP’ye koltuk değneği hâline getirildi.

Aslında ‘koltuk değneği’ çok nahif bir kavram.

Düpedüz CHP’nin emrine amade bir hizmetçi vasfına büründürüldü…

*

Peki, Kandil neden böyle bir tasarrufta bulundu?

PKK’lıların ve DEM’lilerin, duyduklarında şeytan çarpmışa döndükleri ve kendi içlerinde sorulmasına asla müsaade etmeyecekleri bir sorudur bu…

Köşe bucak kaçtıkları bu sorunun cevabı şudur:

*

PKK ve partisi DEM içerisinde ciddi bir ‘iktidar’ mücadelesi var.

Abdullah Öcalan’ı 2019’da buruşturup çöpe attıktan sonra iktidar mücadelesinde iki taraf kaldı.

Taraflardan birisi Kandil’deki terör baronları hiç kuşkusuz…

Diğeri de ‘Kandil’den bağımsız’ bir parti hayali kuran etkisiz elemanlar…

Diğer bir tabirle başta Selahattin Demirtaş olmak üzere Leyla Zana ve Ahmet Türk gibi eski tüfekler…

*

Bu ekip, Selahattin Demirtaş’ın şahsında bir başkaldırı denemesi bile yaptı.

Bu köşeyi izleyenler hatırlayacaktır, Başak Demirtaş’ın İstanbul için adının geçtiği günlerde bu konuya değinmiştim.

Aynı yazıda, bu teşebbüsle Demirtaş’ın Kandil’e başkaldırmaya yeltendiğini savunmuş, ardından da Kandil’in böyle bir şeye kesinlikle müsaade etmeyeceğini ve yiyeceği azardan sonra Başak Demirtaş’ın adaylığını geri çekeceğini iddia etmiştim.

Nitekim hadise ayniyle gerçekleşti ve Kandil’e rağmen siyaset yapmak isteyenler daha ilk rauntta nakavt oldu.

Seçime çok kısa bir zaman kala, parti tabanını CHP’ye değil de kendi partilerine oy vermeye çağırarak Leyla Zana denedi bu kez Kandil’in parti üzerindeki vesayetini kaldırmayı…

Lakin onu da en niteliksiz isimlere açıklama yaptırmak suretiyle refüze ve rencide ederek etkisiz hâle getirdiler.

*

Aslında DEM, çoktan beri bölünmüş bir durumda fakat korku belasına hiç kimseden en küçük bir ses bile çıkmıyor, daha doğrusu çıkamıyor!

Şu anda ipleri elinde tutan Kandil, yegâne patronmuş gibi görünüyor ama partide hatırı sayılır oranda Demirtaşçılar da var.

*

Sonuç olarak DEM, hakikat nokta-i nazarında gerçek bir bölünme ile karşı karşıya ama bunları tartışmaya ne mecalleri ne de cesaretleri var.

Terör baronları, hepsinin iradesini ipotek altın almış ve satranç tahtasındaki piyon misali, dilediğini dilediği noktaya sürüyor.

*

Gelinen son noktada tek bir gerçek var onlar için.

Kandil, kendilerini CHP’ye pazarladı ve DEM artık CHP’nin bir piyonu hükmünde.

Gerisi laf kalabalığından ibaret…