Son zamanlarda şöyle bir mesele düştü zihnime. “Anlamak ve anlaşılmak” ya da “anlamamak ve anlaşılamamak” hangisi derseniz işte. Kanaatimce zihnini biraz da olsa fikirle yoranların en büyük açmazlarından biri bu meseledir. Zira anlamak için bir ömür tüketip kalan az bir kısmında da anlatmaya çalışır böyleleri. Uzunca bir zaman “Anlayabildim mi?” diye bir soru kemirir zihinlerini. Anladığına kanaat getirdiğinde de anlatmaya başlar ama bu kez de bir kuyudan bir başka kuyuya düşüverir. Bu kuyunun içinde de kendine tek soru sorar da durur: “Anlaşılabiliyor muyum?”

“Yusuf dahi olsan düşürürler seni çâha

Ebnâ-yı zamânın işi ihvana cefadır”

“Bu zamanın insanının işi kardeşine cefadan başka bir şey değildir. Hatta Yusuf bile olsan yine de kuyuya düşürürler seni.”

Kuyu, eski Türkçeden gelen bir kelime. Kaynaklardan türemiş bir kelime olduğunu da söylüyorlar. “Koy-mak” kökünden türeyip kuyu hâlini almış diyorlar. Yerde açılan çukura su dökmek yani koymak gerektiği için sanırım böyle düşünülmüş. Kelime Arapçada “bi’r” kelimesi ile karşılık buluyor. Farsçada da yukarıdaki beyitte geçen kelime, yani “çâh” kuyu manasına geliyor.

Aslında kuyunun kelime manasının dışında derin ve hem manevi hem tarihî çok manaları var. Yani kuyu dendiği vakit, Hz. Yusuf’tan bahsedilmeden anlatılamaz gibi. Onun başına gelenler, anlaşılamayışı, yalnız kalışı, ihanete uğrayışı ama en sonunda yine de Allah’ın onu bırakmayışı. Onun için en güzel hikâye.

Peki ama bütün bunların içinde bir kuyuya düşmüş ya da düşürülmüş olmanın bize anlattığı ne ola ki? Yani her birimiz bir kuyunun içindeyiz gibi geliyor bana. Hepimiz kendi kuyumuzun içindeyiz. Ya biz kendi kendimize düştük ya da birileri bile isteye attı bizi oraya. Bilmiyorum ama herkesin bir kuyusu var. Kimi bir kuyunun içinde olduğunu bile bilmiyor. Sorsan etrafına örülmüş duvarlardan haberdar bile değil. Kimi kuyunun içinde ama ne yaparsa yapsın kurtulamıyor ondan. Kendinden, nefsinden bir türlü kaçamıyor ki kuyudan çıksın da atsın kendini bir kenara. Kimiyse kuyunun içinde, o dar karanlık yerde bile yardımı kimden isteyeceğini, kime yakaracağını ve onu o kara kuyudan kimin çıkaracağını biliyor. İşte o vakit mutlaka bir ip sarkıtılıyor o kuyunun başından.

Dünya böyle bir yer işte. Hepimiz bir kuyunun içinde, çıkmak için çırpınıp da duruyoruz. Ne bir rüya görüyoruz ne de bir tabir arıyoruz. Ne bileyim, belki de o kadar alıştık ki bu dünya kuyusunun karanlığına gerçeği o sanıyoruz.

Ama yine de şükür.

Buna da şükür.

Zira karanlık kuyularda dahi olsak oradan bizi kimin çıkaracağını biliyoruz. Ve biliyoruz ki kuyuya düşmeden Yusuf olunmaz.