İnsan çoğu zaman elinde olanın kıymetini bilemiyor. Kaybetmeden, elinden gitmeden, yokluğunu tecrübe etmeden pek çok şeyin hatta belki hiçbir şeyin varken kıymetini bilemiyor. Bu belki de insan olmanın bir gereği ya da belki de insanın kusurlarından biri bu. Çünkü bu söylediklerimin herkes farkında ve neredeyse herkes de bundan şikayetçi ama yine herkes bu durumu yaşıyor. Yani ne yaparsak yapalım bundan kurtulamıyoruz.

Bazen ne eksik diye düşünüyorum. Ne eksik de biz elde olanın kıymetini bilemiyoruz? Sahip olduklarımız varken farkına bile varmayıp; hatta çoğu zaman beğenmeyip elimizden gidince de aranıp durmamızın bir sebebi olmalı. Yani neyi eksik yapıyoruz?

Herkesin başka başka cevapları olabilir elbette ama ben bu meselede eksik olanın şükür olduğuna inanıyorum. Var olana şükretmiyor, yok olana da sabretmiyoruz. Yani böyle bir geleneğimiz yok artık. Hayatımızın içine yerleşmiş bir alışkanlık artık şükür. Kendimize gerçeği söyleyelim; sadece kelimede, sözde ve dilde kalan bir şey artık şükür. En hassas olanlar bile sözden öteye çok zor götürüyorlar.

Bana göre çok evvelden beri gelen kültür kodlarımız var bizim. Aslında bu doğru bir cümle olmadı. “Bana göre” kısmı fazla. Çünkü bizim de diğer herhangi bir milletin de doğal olarak yerleşmiş bir geleneğinin olmaması mümkün değil. Ama her birinin bu yerleşmiş geleneğini oluşturan dinamikler farklı. Bizim geleneğimizin temelinde inancımız ve millî hassasiyetlerimiz var. Yani İslam merkezli bir yaşayış tarzımız var; yani geleneğimiz böyle. Anadolu geleneği denen de bence ve zaten bu demek. Öyle ki herhangi bir durum karşısında Anadolu insanı gayriihtiyari ve hesap kitap etmeden dinî ve millî değerlerine uygun bir karşılık verir.

İşte bence şükür de bunlardan biri. Herhangi bir Anadolu köyüne gidin, herhangi bir teyzeyle ya da amcayla karşılaşın, oturup bir çay için; mesela biraz sohbet edin ve isterseniz bu kişi tek cümle kitap okumuş olmasın, hatta okuma yazma bilmiyor olsun ama size bu konuşmadan hiçbir kitaptan öğrenemeyeceğiniz onlarca bilgi verir. Zira onlarda bu bir hâl olmuştur. Elinde olan az olsun çok olsun, şükretmeyi görürsünüz mesela onlarda. İşi var ya da yok olsun, misafirperverliği görürsünüz mesela onlarda. Derdi çok ya da az olsun, sabretmeyi görürsünüz mesela onlarda. Bir karşılığı olsun ya da olmasın, iyiliği görürsünüz mesela onlarda. Tevekkülü görürsünüz, samimiyeti görürsünüz, teslimiyeti görürsünüz, insanlığı, merhameti görürsünüz…

Bunun adı Anadolu irfanı işte. Ben zannediyorum ki bizi tekrar kurtaracak da o. Kıymet bilmememizin, nimeti fark etmemizin, olana şükretmemizin, derde sabretmemizin en büyük sebebi de oradan uzaklaşmış olmamız.

Mesela gitseniz bir Anadolu köyüne ve bir yaşlı teyzeye bu yazdıklarımı anlatsanız şöyle bir cümle kuracağından eminim:

“Şükürsüzlük var kuzum, şükürsüzlük…”