Doğrusu, biz insanı en güzel bir biçimde yarattık. Sonra onu, (küfre varınca) aşağıların aşağısına (Esfel-i safilin) çevirdik. Ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka; onlar için kesintisiz bir mükâfat vardır. (Tin Suresi, 4-6)

Koskoca bir şehrin havadan bombalandığını, çocuklar ve kadınların kaçmaması için tankların tepeleri çepeçevre kuşattığını düşünün. Tüm binaların yerle bir edilip, insanlar enkazın altındayken kalan canlıları öldürmek için kimyasal silahların kentin üzerine boca edildiğini hayal edin. Sağ kalanların uzuvlarının parçalanıp tankların paletlerinin altında kanlı bir et yığınına dönüştüğünü; ağaçların, kedilerin, kuşların dahi can verdiği bir kan banyosunu getirin gözlerinizin önüne. Yüreğiniz daraldı, kalbiniz sığındığı kafeste bir kuş gibi çırpındı değil mi?

BU BİR ROMAN DEĞİL, YAKICI GERÇEK

Keşke ruh hastası bir romancının karanlık dünyası olsaydı bu öykü. Oysa bu anlattığım bir roman sayfasından dökülen cürümler değil. 1982’de Suriye’nin Hama Şehri’nde yaşandı. Tam 40 bin insan bütünüyle silindiler yeryüzünden. Beşar’ın babasının insan kesmekten yorulup dinlenerek üç hafta boyunca yaptığı bu katliamı dünya ancak aylar sonra öğrenebilmişti.

Bir daha böylesi bir vahşet yaşanmaz diyordum. Oysaki Bosna’da namusları kirletilen kadınları, Çeçenistan’da tankların ardına bağlanan çocukları, Afganistan’da dağları yıkan bombalar altında toza zerreye dönüşen bedenleri gördük. Fakat en korkuncunu yine Suriye’ye saklamıştı iblis suçlarının. Bir milyon insan gözlerimizin önünde can vermesine, şehirlerin külden bir yığına dönüşmesine, namusların paymal olmasına rağmen içimizden bazıları canilere buğz edeceğine, canını kurtaranlara “istilacı” diyebildi.

Söyler misiniz, Beşar mı yoksa insanları bu kasabın eline teslim etmeyi vadedenler mi daha aşağıdadır?

Esad’ın sapık ruhlu canileri işledikleri suçları tuhaf bir iştahla kayda almasaydı belki bu kadarını bilmiyor olurduk. Elleri bağlı insanlar sükûnet ve dillerinde şehadetle çukura atlıyor, kurşunlar henüz havadayken isabet ediyordu bedenlerine. Rabbimiz “Hazırladıkları hendekleri ateşe verip çevresinde oturan ve bu halde müminlere yaptıkları işkenceleri seyredenlerin canı çıksın” diyordu Buruc Suresi’nde. Zalimlerin hasletleri ne kadar da çağlar üstü.

Bunca suç orta yere dökülünce Beşar 18. kez af ilan etti ülkede. Fakat işkencehanelerden salıverilen sadece 193 kişi oldu. Pek çoğunun sakat kaldığı ve akli dengesini yitirdiği ortaya çıktı. Daha önce de 11 bin kişinin cesetlerinin yer aldığı 55 bin fotoğraf ortaya çıkmıştı. İnsanlar sistematik işkence yapılarak ve aç bırakılarak öldürülmüşlerdi.

TÜRKİYE ÇÖZMEK ONLAR BOZMAK İSTİYOR

Türkiye 2016’dan bu yana düzenlediği askeri harekâtlarla güvenli hale getirdiği Suriye’nin kuzey bölgelerine kardeşlerimizi yerleştirmeye başladı. Bugüne kadar vatanlarına dönenlerin sayısı 500 bini geçti. Şimdi 1 milyon Suriyeli daha Mehmetçik’in koruması altında vatanlarına dönecek. Fakat Esed’le iş tutanlar, ABD’nin desteğiyle işgal ettiği topraklardan sürülecek olan PKK’lı teröristler karalar bağlamış durumda. İstiyorlar ki, Suriye’de İran destekli cinayet şebekesi çökmesin, terör devletçiği yok olmasın. Fakat nafile.

İçişleri Bakanımız Süleyman Soylu, insanları devletimizin bu büyük projesiyle güvenli bölgelere değil, Esad’ın mezbahanesine geri göndermek için her gün başka bir kışkırtmaya imza atan kişi için esfel-i safilin demiş. Canilerin dehşetinden gözleri yuvalarından fırlamış çocukların hakkı için daha ne söylesin?