Masal derler/ Sanki gerçeği biliyorlarmış gibi 

Şehzade kaybolalı üç ya da beş vakit olmuştu. Dünya, o güne kadar bu denli acımasız bir savaş görmemişti. Aslında savaşların hangisi acımasız değildir ki bu son savaş da acımasız olmasın. Masum kanı dökülen her savaş acımasızdır. Şehzade kaybolmuştu, çünkü onun öldürüldüğüne dair bir emare yoktu sarayda.

Uçan denizatlarından bahsediyor vakanüvisler. O güne kadar denizin derinliklerinde, şahlanmayı dahi bilmeden salına salına yüzen denizatlarının o savaştan sonra kanatlanıp uçtuklarını dillendirmeye başladı kimi insanlar. Belki de zaman tersine dönmeye başlamış, reel zamandan masal zamanına dönüş hızlanmıştı. Ya da kimi filozofların da dediği gibi, zaman daireseldi ve eninde sonunda başlangıca, efsane dediğimiz zamanlara dönmüştük. İmkânsız kahramanlar ve imkânsız olayların olduğu bir dünyada olağanüstü varlıklar vardı. O varlıklar harekete geçmiş ve dünyayı yok edecek denli acımasızlaşmış insanlara bir ders vermek için kendilerinden soyunmuşlar, efsanevi atalarının çehreleriyle çıkmışlardı meydana. Uçan denizatları, boynuzlu aslanlar, su üstünde yürüyen filler, şahin başlı kaplanlar ve daha niceleri. Bir tür kıyamet yürüyüşü, demişti bir vakanüvis.

Şehzade'nin dünyanın herhangi bir yerinde olamayacağını, olsa olsa bir denizatının sırtında göklere alınmış olabileceğini iddia etmişti en yaşlı saray muhafızı. Zira, Şehzade'nin odasında okyanus suyu ve denizatı yumurtası kalıntıları bulunmuştu. Aşırı gerçekçi bir saray bilgini ise Şehzade'nin dünyada bir yerlerde, hatta okyanusta olacağını iddia etmişti.

...

Şehzade bitimsiz bir rüyanın tam ortasındaydı ve uyanmak istedikçe önüne bir anafor çıkıyor, gözlerini daha sıkı kapıyor, rüyanın içine batıyordu. Derinlerde bir yerde uçan bir şey vardı... Bilmediği ama çok iyi anladığı bir dilde anlatıyordu uçan varlık: "Geri döneceksin. İnsanın yazgısı bu. Bir nefes alacak, bir nasihati ve bir sırrı taşıyacaksın. O sırrı almadan geri dönemezsin."

Göklerde olduğunu yıldızların parlaklığından anladı. Bir yıldızın tersine kayması gibi hızla akıyorlardı. Akıyorlar mıydı? O an, uçan varlığın tam da altında, kadife derili bir at olduğunu fark etti. Hayır, bu bir at değildi. Zira kanatları vardı, ayakları yoktu!

Şehzadelerin de "Uçtu uçtu kuş uçtu!" oyunlarının büyüsüne kapıldıklarını biliyoruz. Zira, her insan, erken ölmemişse eğer çocukluk denen o ülkenin masallarına bir kez olsun boyun eğmiştir. Şehzade, oyunu abarttığını düşündü bir an. Oysa, oyun falan yoktu. Belki, uyunamadığı, gerçek kadar sert bir rüyanın içerisindeydi. Elini ısırdı. Avucu kanla doldu. Kanında simsiyah bir yansıma gördü... Daha büyük bir savaş için dünyadan göğe akan olağanüstü varlıkların sırtlarına binmiş binlerce çocuğun gerçeği yerle bir eden rüyalarını gördü. Çocuklar, bir rüyayı gerçekleştirmek için alınıyorlardı alev alev yanan bir dünyadan. Kanatlarından alevler çıkan binlerce masal hayvanı, havai fişek gibi dağılıyorlardı göklere.

Şehzade uçan ada ya da gökadasına varmadan önce uçan denizatının sırtından on iki kere atlamaya çalıştı. Her seferinde bir başka katliam gördü aşağıda. En sonunda sustu. Denizatı o zaman konuştu: "Öğrenmek için susturacaksın dillerini!"