İngiltere Başbakanı Liz Truss dün istifasını verdi.

1721’de göreve başlayan Sir Robert Walpole İngiltere’nin ilk başbakanı olarak kabul ediliyor.

44 gün görevde kalan Liz Truss 1721’den beri görev yapan İngiltere başbakanları arasında tarihinin en kısa görevde kalan başbakanı oldu.

Nereden bakarsanız bakın tam bir fiyasko.

İngiltere’nin son 6 yıldaki dördüncü başbakanı, önümüzdeki hafta muhafazakâr parti içinde yapılacak bir seçimle belli olacak.

Yani İngiltere gömlek değiştirir gibi başbakan ve hükümet değiştirmeye başladı.

Yeni seçilecek başbakan aynı Liz Truss gibi halk oyuyla yani genel seçimlerle iktidara gelmediği için zayıf bir meşruiyete sahip olacak.

Bundan dolayı da siyasi ömrünün kısa olması bekleniyor.

Dünya soğuk savaşın sona ermesinden sonra en büyük jeopolitik kırılmaya doğru giderken İngiltere bu fırtınalı havada zayıf bir liderlikle yolunu bulmaya çalışıyor.

Aslına bakarsanız Brexit kararından beri İngiltere’de sular bir türlü durulmuyor.

Parti içi skandallar, değişen başbakanlar ve gün geçtikçe derinleşen bir ekonomik kriz.

Muhakkak ki İngiltere’de olan bitenlerden çıkarılacak dersler var.

Öncelikle popülizm ve aşırı sağın rüzgarına kapılan toplumların ülkelerini sonuçları iyi hesap edilmeyen Brexit gibi irrasyonel maceralara sürükleyebilecekleri görülmüş oldu.

Populizmin ve aşırı sağın dünyada birçok toplumu ve devleti çıkmaza sokacağı, bundan dolayı da ülke içi ve devletlerarası istikrarsızlıkların, gerilimlerin ve çatışmaların artacağı bir döneme giriyoruz.

Böyle dönemlerde devletlerin ve toplumların ihtiyacı, güçlü-karizmatik liderler ve istikrarlı bir siyasal sistem.

Liz Truss  gibi toplumsal tabanı zayıf ve parti içi seçimle başbakan olan siyasetçilerin güçlü bir liderlik ortaya koyamayacağı  görülmüş oldu.

Zira Liz Truss 44 günlük iktidarı sırasında bir siyasetçi nasıl lider olamaz konusunda adeta tüm dünyaya dersler verdi.

Önce gerekli toplumsal ve siyasi konsensüsü oluşturmadan radikal ekonomik programlar ilan etti.

Gelen tepkiler üzerine ise kısa sürede geri adım atarak kendi atadığı bakanı görevden aldı.

Böyle dönemlerde güçlü bir hükümet ve liderin olmadığı ülkelerde parlamenter sistemler ciddi bir istikrarsızlık kaynağına dönüşebiliyor. İngiltere’de de olan biten aslında bu. 

Fransa gibi yarı başkanlık sistemi ile yönetilen ülkeler ise böyle dönemleri iç siyasette sağlanan istikrar ile daha sağlıklı yönetme şansına sahip oluyorlar.

Bu manada Türkiye’nin başkanlık sistemine de geçmiş olması, Türkiye için büyük bir şans olarak görülmelidir.

Türkiye’nin İngiltere’deki krizden çıkarması gereken ders popülist, ırkçı ve aşırı sağcı söylemlere prim vermeden siyasal istikrarını sürdürmesidir.

Zira önümüzdeki süreçte küresel düzlemde taşlar yerinden oynayacak, dengeler yeniden kurulacaktır.

Bu süreci iyi yöneten devletler önümüzdeki dönemde büyük bir avantaj elde etmiş olacaklardır.