Siz Türkiye’de pek bilmezsiniz ama Akif Pirinçci isimli Türk evladı bir zamanlar -hem de birkaç kere ‘bir zamanlar’- Alman bestseller listelerinde fırtına gibi eserek biz Almanya Türklerinin göğsünü kabartmış bir adamdır.

Her şey “Traenen sind immer das Ende” (Sonunda hep gözyaşı var) isimli mütevazı romanla başladı. Yıl 1980. Otobiyografik (yoksa değil mi?) bu romanda sinema manyağı bir Türk gencinin acılı aşk hikâyesini eğlenceli bir dille anlatırken dehanın kendisini göstermediyse de işaretlerini vermişti Akif Pirinçci.

Daha ikinci baskısı matbaada dönmeye başlamadan film uyarlamasının çekimlerine başlanan ilk romanın başarısı ağır gelmiş olacak ki epey bir sendeledi ve ikinci romanını ancak 1989’da çıkarabildi. Güm! Kedilerin dünyasında geçen bir thriller (polisiye/gerilim) olan “Felidae” milyonlar sattı ve Akif Pirinçci bir anda Almanya’nın en popüler, en sansasyonel yazarı oldu. Öyle ki, ‘satmak’ için kitap yazmasına bile gerek yoktu artık; “Akif Pirinçci’nin seçtikleri” üst başlığı altında çıkan –bambaşka müelliflere ait- bir gerilim hikâyeleri seçkisi bile peynir ekmek gibi satabiliyordu.

Neyse. “Felidae”nin müthiş başarısı üzerine “Felidae 2”, “Felidae 3” ve yanlış hatırlamıyorsam “Felidae 4” çıktı (suyu da posası da çıktı). Arada kolsuz ve bacaksız bir adamın işlediği kusursuz cinayeti anlatan dahiyane “Rumpf” (Gövde) romanı da çıktı. Daha birçok romanı çıktı Akif Pirinçci’nin. Romanlarının filmleri de birbirini takip etti. Dünyevi başarı ve şöhretin dibi varsa, onun dibini bulanlardan biridir Akif Pirinçci. Düşünün: Alman romanı Akif Pirinçci’siz düşünülemez artık. O kadar yani.

Tamam, romanlarında terbiyesizliğin bini bir para. Zaten, ilk romanındaki Türk genci (kendisi) gâvur gibi bir gençti. Buna rağmen, aşağılık kompleksimize iyi geldiğinden midir nedir, Akif Pirinçci’nin muhteşem başarı ve şöhretinden kendimize pay çıkarmaya kalkardık. Aklımıza tüküreyim!

Akif Pirinçci son zamanlarda Türkler ve bütün Müslümanlar aleyhindeki sözleriyle anılıyor. Almanların ve genel olarak Avrupalıların, Müslümanları gereksiz bir hoşgörüyle şımarttığını ileri sürüyor. Niye göçmenler arasındaki başka inanç grupları -mesela Hindular- Almanya hükümetinin muhatap alacağı bir çatı örgüt kurmaya yeltenmiyorlarmış da Müslümanlar yelteniyormuş ve Almanya hükümeti buna niye itiraz etmiyormuş! Hindu derneklerinin Almanya ve Avrupa’da nasıl dışlandıklarına ve kendilerini hükümetlere kabul ettirmek için birleşmeleri gerektiğine dair söylemlerini hiç duymadığı anlaşılan Akif Pirinçci’nin, diğer göçmen grupları ve onların özlemleri hakkında esaslı fikir sahibi olmaması bir yana, münhasıran Müslümanları hedef alması ve bunu yaparken “Almanya’yı seviyorum” deyip durması aşağılık kompleksine işarettir diyeceğiz ama bu saatten sonra aşağılık kompleksiyle ne işi olur ki Akif Pirinçci’nin? Ama düşün, taşın, başka teşhis de gelmiyor insanın aklına. Derin bir aşağılık kompleksi işte. Öyle derin ki, en büyük başarılar, en büyük şöhret bile onu çıkaramıyor o derinlikten.

Müslüman düşmanlığını o kadar ileri götürdü ki, “Müslümanların Avrupa’yı istilası”(!)na tepki olarak doğan ve mutedil Almanların “Nazi” diye kestirip atarak lanetlediği, ortalama Almanların da içten içe sempati duysalar bile “Nazi” damgasını yememek için açıkça desteklemekten geri durdukları PEGIDA hareketinin bir mitinginde kürsüye çıkıp konuştu!

O ana kadar Pirinçci’nin Müslümanlar aleyhindeki çıkışlarını baş tacı eden Alman televizyonları ve gazeteleri anında çark edip Pirinçci’nin aleyhine döndüler. Yıllardır bağlı olduğu yayınevi de “bu kabul edilemez davranış” üzerine Pirimçci ile sözleşmesini feshetti. Tepki o kadar büyüktü ve Pirinçci o kadar küçülmüştü ki, PEGİDA liderliği Pirinçci’ye acıyıp “Keşke Akif Pirinçci’yi o gösteriye davet etmeseydik” dedi.

Paris saldırılarını duyunca sevinmiştir, “Bu atmosferde gene kıymete binerim” diye. Ha gayret!

Dalga geçiyor gibi yapıyorum ama içim kan ağlıyor. Bir insan kaybettik yahu!