Doğrudur. Almanya’daki siyasi ve entelektüel çevreler zihnî konforlarını sarsan Recep Tayyip Erdoğan’ı hiç sevmezler (Bu zihnî konformizm meselesini daha evvel anlatmıştım. Tekrara lüzum olmadığını zannediyorum. Lüzum olursa bilahare tekrar anlatırım).

Erdoğan’a ‘çakmaya’ bayılırlar ve ona ‘çaktıkça’ Türkiye’ye ‘çakarlar’.

Türkiye ile her sahada iyi geçinmekle elde edecekleri menfaatleri bozuk para gibi harcarlar.

Bunu büyük ölçüde 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’ne borçluyuz.

O dönemde Almanya’ya iltica eden Dev-sol’cu, Dev-Yol’cu, Tikko’cu, PKK’ cıvs, vs, vs kimseler, okumuş yazmış kimseler oldukları ve halleriyle hareketleriyle pek Türk’e benzemedikleri yani Almanları ortalama Müslüman Türk kadar irrite etmedikleri için Alman makamlarından çokça kabul gördüler; belediyelerde, hastanelerde, mahkemelerde, hapishanelerde Türklerle münasebetlerle alakalı işlerde istihdam edildiler, siyasetçilere danışman ve gazetecilere ‘kaynak’ oldular. Kurdukları dernekler de baştacı edildi elbet.

Alman siyaseti, entelijansiyası ve medyasının Türkiye’ye bakışındaki çarpıklıklar daha ziyade bu ilişkiden kaynaklanıyor. Erdoğan’a duydukları düşmanlıkta da bunun etkisi büyük.

Bunları söyledikten sonra şunu da söylememize müsaade vardır herhalde:

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Almanya’da bulundukları tespit edilen 17 Aralık Darbe Teşebbüsü zanlısı eski savcılar konusunda Almanya’ya peşinen yüklenmekle iyi etmedi.

Daha Kırmızı Bülten çıkarılmadan, Zekeriya Öz ve Celal Kara’yı Almanya’dan resmen istemeden, Almanya’nın tavrını görmeden iki ayrı konuşmasında ‘Vermezlerse misilleme yaparız’ yolunda sözler sarf eden Erdoğan’ın belki bir bildiği vardır, ama ne olursa olsun Almanya’nın resmi tavrını beklemesi gerekirdi.

Şimdi Almanya, ‘Erdoğan bize meydan okudu. Adamları verirsek bunun altında kalmış olacağız’ diye düşünebilir.

Öyle düşünmesi için gayret edenler var.

Demin söylemeyi unuttum: Almanya’nın Türkiye’ye bakışını belirlemede tayin edici rol oynayan yıkıcı örgütlere Paralelciler de eklendi.

Onların ekmeklerine yağ sürmemek lazım.

Almanya’nın Erdoğan ve Türkiye ile sağlıklı bir ilişki kurmak veya ilişikisini sağlıklı hale getirmek için yeterince gayret sarf etmemesi, Türkiye’den ziyade Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak isteyen Türkiyeli çevrelere itibar etmesi vakıa ise de kader olmak mecburiyetinde değil.

Türkiye-Almanya ilişkilerinin iyi tutulması ve geliştirilmesi o kadar önemlidir ki, Türkiye, bu önemin gereğini Almanya’ya rağmen de olsa yerine getirmeye -iplerin kopacağı varsa kopana kadar- gayret etmelidir.

Bu hususta yapabileceğimizin asgarisi, olmayan veya en azından kamuoyuna yansımayan bir kriz üzerine spkülasyonda bulunmaktan geri durmaktır.