İnsan nereden geldiğini, nerede durduğunu, nereye gideceğini bilmeli.

Adımlarını ona göre atmalı.

Ait olduğu yeri de, aidiyetini de bilmeli.

Yoksa oradan oraya savrulur, yersiz ve yurtsuz tuhaf bir güruh haline geliriz.

Dinine, Diyanet’ine, değerlerine yabancılaşmamalı; hele hele düşman hiç kesilmemeli.

Başkalarının ağzıyla konuşmamalı.

Geçmişini bilmeli.

Geçmişe ait değerlerini yaşatmalı, ki yaşayabilecek bir alanı sağlam bir şekilde inşa edebilsin.

Geçtiğimiz günlerde yaşanan iki elim hadise yüreğimizi acıttı.

Birbirilerimize nasıl da yabancılaştığımızı, nasıl da duyarsız hale geldiğimizi gösteren iki hadiseydi bunlar.

Paylaşma, dayanışma ve yardımlaşma medeniyetinin evlatları olarak içimizden yokluk, yoksulluk ya da farklı birtakım problemler nedeniyle hayatına kıyan insanların çıkması toplumsal sıkıntılarımızın, gidişatımızın, ahvalimizin durumuna dair endişe verici bir nitelik taşıyor.

Muhtemeldir ki, görünen görünmeyenin habercisi; olaylar toplumsal sıkıntılarımızın çok çok az bir kısmına işaret ediyor.

“Neydik, ne olduk? Neden böyle olduk? Buralara nasıl geldik?” gibi soruları sormadığımız, bu sorulara samimi ve temelli cevaplar bulamadığımız müddetçe, acılarımızı dindirmek, yaralarımızı sarmak mümkün olmayacak.

Geçmişte kurduğumuz vakıflarla hep övünmüşüzdür; uçan kuşa yuva yapan, sokakta kalmış hayvanlara sahip çıkan, darda kalmış insanların sıkıntılarını gideren vakıf ve kuruluşlarımızla gurur duymuşuzdur.

Leylek Vakfı, Duvar ve Sokak Temizliği Vakfı, Herkese Meyve Vakfı, Borcundan Dolayı Hapse Düşenlere Yardım Vakfı vs. uzayıp gidiyor liste.

Merhametimiz, bırakın insanları hayvanlara, bitkilere, eşyalara kadar uzanmıştı.

Tüm bu çalışmalar insanca yaşayabilmeye, insanca yaşatabilmeye dönük gayretlerdi.

Her nerede toplumsal bir sıkıntı, ihtiyaç var ise, onu giderme adına vakıflar kurulmuştu.

Bugün maalesef suçu birbirilerimize atar olduk.

Bir vakıf başka bir vakfı suçlar hale geldi.

Geçmişte hayırda yarışırdık; şimdi tartışma, nefret, ötekileştirme, dışlama ve suçlamada yarışır hale geldik.

Bir de geçmişi gözü kapalı reddeden, hızını alamayıp küfreden, nereden geldiğini bilmeyen bir güruh var.

Onların durumu, arkadaşlarının yanında annesinin kıyafetlerinden, yaptığı temizlik işinden utanan ergen toyluğu ya da cahilliğinden başka bir şey değil.

İnsanlık için merhamet ve vicdan olan bir toplum kendi içinde söz konusu zafiyetleri gösterme lüksü yoktur.

Kendi içerisinde yardımlaşma ve dayanışmayı sıkıntıları giderecek nitelikte halledememiş bir toplum, dışarıya gidecek mecali kalmaz.

Ancak içeride çok daha güçlü olan toplumlar dışarıda da güçlü olabilirler.

Ümit ediyorum toplumsal yaralarımızın farkına bir an önce varır, gerekli adımları sağlam bir şekilde atarız.

Yoksa içeriden çökmeye devam ederiz.