En zor durumlardan birisi işsiz kalmaktır. Hele hiçbir birikimin yoksa ve büyük şehirde yaşıyorsan durum daha da vahim hal alır. Küçük yerlerde eş dost ve akrabalar imdadına yetişir. Ama büyük şehirlerde badı sabadan gayrı kapını çalan olmaz. İşsizlik zor imtihandır…

Diğer zor imtihanlardan bir tanesi de iflas etmektir. Varlıktan yokluğa ve yoksulluğa düşmek imtihanın büyüğüdür. Yoksulluğu kaldırmak zordur. Sen hazmetsen bile çoluk-çocuğun hazmedemez. Hep alıştıkları seviyede yaşamak isterler. Ama imtihan dünyasında hangi sınava gireceğine sen karar veremezsin. Çabalarsın, çırpınırsın, savaşırsın ama sonuçları belirleyemezsin. Vermezse mabud neylesin Mahmut…

İşsizlik de, iflas da insanın belini büken iki ağır yüktür. Açlık küfür sınırıdır derler, Allah kimseyi açlıkla imtihan etmesin. Başına böyle bir musibet gelen insana düşen şey mücadeleye devam etmektir. Sebeplere yapışıp sabredip sonuçlara razı olmaktır. Tedbir alıp mücadele ederek; ‘Ya Rabbi benim gücüm buraya kadar’ deyip tevekkül etmek insanın görevidir.

Hadisi şerifte ne güzel buyurmuş Efendimiz “Beş şey gelmeden önce beş şeyin kıymetini bilin: Ölüm gelmeden önce hayatın, hastalık gelmeden önce sağlığın, meşguliyet gelmeden önce boş vaktin, ihtiyarlık gelmeden önce gençliğin, fakirlik gelmeden önce zenginliğin.”(Buharî, “Rikak”, 3; Tirmizî, “Zühd”, 25).

İnsanların işsiz kalmalarına sebep olan faktörlerden bir tanesi de üretimdeki otomasyondur. Artık akıllı fabrikalardan, nesnelerin internetinden söz ediyoruz. Büyük üretim bantlarında saniyelerle büyük miktarlı üretimler, daha az insan daha çok makine yardımıyla gerçekleşmektedir.  Bunun sonucu olarak sermaye küçük bir azınlığın elinde toplanmakta gelir dağılımındaki adaletsizlik had safhaya ulaşmaktadır.

Devletler, sermayenin az bir topluluğun elinde birikmesini isterler. Amaç, devletin daha çok vergi toplamasıdır. Arkasından da sosyal devlet anlayışı sözde devreye sokarlar. Böylece imkânı olmayanlara toplanan vergiden pay vererek sosyal adaletin sağlanması beklenir. Ancak günümüzde bunun gerçekleştiğini görmek mümkün değildir. Ancak kapitalist bir ülke olarak sosyal adaletin sağlanmasında kısmen başarılı bir ülke olarak Almanya örneği incelemeye değer.

Burada daha doğru ve kalıcı çözüm ise zekât sistemini müesseseleştirmektir. Zekât için alınan miktarların herhangi yatırıma kaydırılmadan doğrudan ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması kalıcı bir çözüm olacaktır.

Dünyada şu anda yaşanan en büyük sorunlardan bir tanesi de savaşlar, kuraklık ve cehalet nedeniyle milyonlarca insanın açlık ve sefalet içinde yaşamasıdır. Sömürü zihniyetinin sonucu olarak perişanlık çeken milyonlar vardır. Küreselleşmenin sonucu olarak dev şirketlerin dünyaya egemen olma hırslarını da buraya kaydetmek gerekir. Kenya’nın kurucu devlet başkanı Jomo Kenyata, emperyalistlerin Afrika’ya “medeniyet” götürüşünü şu sözlerle ifade ediyor; “Misyonerler Afrika’ya geldiğinde bizim topraklarımız onların İncilleri vardı. Dua edelim dediler. Gözlerimizi kapattık. Açtığımızda, bizim İncilimiz, onların toprakları vardı.” Aç gözlüler sömürdükleri topraklarda insanları açlığa ve sefalete mahkûm ettiler.

Aslında insan, açgözlülükten, hırstan, tamahtan, ihtirastan kurtulsa dünya hepimize fazlasıyla yeter.