Dile kolay, Almanya’ya işçi kabulünün üzerinden tam 60 yıl geçmiş.

30 Ekim 1961’de Türkiye ile Almanya arasında imzalanan İşgücü Anlaşması ile insanlarımız geçimini doğup büyüdüğü yerlerden binlerce kilometre uzaklarda, dilini bilmediği, kültürüne yabancı olduğu bir ülkede kazanmaya çalışmak için sevdiklerini, ailelerini, sevenlerini geride bırakarak yola çıktı.

İlk başta belli bir birikim elde etmek için belli bir süre kalınacak, sonra ana vatana geri dönülecekti.

Ama sonrasında süreç farklı ilerledi.

60 yılın ardından bugün başta kısa bir süreliğine gelinen topraklar artık sürekli yaşanılan bir yer haline geldi.

Her şeyden ötesi kendi kimliğini koruyarak, kendi kültürel aidiyetini muhafaza ederek farklı bir ülkede yer edinebilmek kolay bir hadise değildi.

İlk nesil bu zorluğu iliklerine kadar hissetti ve fazlasıyla yaşadı; bir şekilde kendi kültürel kimliğini de korumasını bildi.

Sahip olduğu inancı, geldiği topraklara dair aidiyetini, dilini ve kimliğini yaşayarak ve yaşatarak bugünlere gelindi.

Bugün dördüncü neslin sosyalizasyonunu konuşuyoruz.

Bu süreçte kayıplar da olmadığı değil.

Bilhassa ilk neslin en zorlandığı nokta dil olmuştur.

İşlerini halledebilmek, yaşamını sürdürebilmek için yaşadığı ülkenin dilini bilmesi gerekiyordu.

Bugün gelinen noktada öyle bir sorundan bahsedemeyiz.

Bir zamanlar Almanca bilmemek büyük bir dezavantajdı.

Çoğunluğu kendi ülkesinde dahi ya hiç okumamış ya da ilkokul derecesinde eğitim almış birinci neslin çocukları, torunları Almancayı ana dilleri derecesinde bildiği ve konuştuğu gibi, eğitimlerini de yüksek okullarda sürdürüyorlar.

Yakın gelecekte burada doğup büyüyen, yaşamını burada sürdüren, eğitimini burada alan bu nesil iki kelime Türkçe kelimeyi bir araya getirmekte zorlanacak, konuşulan Türkçeyi anlamakta güçlük çekecektir.

Bugün Almanya başta olmak üzere, Fransa, Hollanda, Avusturya, Belçika olmak üzere milyonlarca Türkiye kökenli insanımız Avrupa’da yaşıyor.

Yaşadıkları ülkelere katma değer katan, içinde bulunduğu topluma entegrasyon noktasında sorunu kalmamış, diğer taraftan kendi kültürel kimliğinin ve aidiyetinin farkında olan bir neslin yetişmesi için fazlasıyla gayret etmek elzemdir.

Yoksa nesilden nesle kendi ait olduğu kültüre dair yabancılaşma, kültürünü taşıyan başat unsur dilini kaybetme sürecek ve aidiyet hissettiği topraklara dair bağlar iyice zayıflayacaktır.

Bu şimdi görülmez ise yarın çok gelecek olacak.