Bu hafta sizlere film eleştirisi yazmak yerine birbirinden güzel haberlerden bahsetmeye karar verdik.

Malumunuz geçtiğimiz aylarda Sinefesto’da mülteci filmlerini konu edinen iki farklı dosya hazırlamıştık. O günlerde Reis Çelik’in ‘Mülteci’ filmine dair de bir yazı kaleme almıştım.

Yaptığınız bazı fiili dualar gün gelip yeşeriyor. Geçtiğimiz Çarşamba günü Üsküdar Belediyesi ve Mülteci Hakları Derneği’nin birlikte düzenlediği “Mülteci Film Okumaları”nın ilk konuğu oldum. Bağlarbaşı Kongre ve Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen etkinliğin moderatörlüğünü sevgili Mustafa Toprak yapıyor. Mustafa abimiz aynı zamanda TRT Diyanet TV’de Pazar akşamları 21.00’da yayınlanan“Kitap Oku-Yorum” programının da sunuculuğunu yapıyor.

Uçurtma Avcıları (The Kite Runner) filmini izleyip yine aynı film üzerinden mültecilik meselesini konuştuk. Khaled Hosseini’nin aynı adlı romanında uyarlanan ve yönetmenliğini Marc Forster’ın üstlendiği filmi ilginç kılan, içerisinde birden fazla mültecilik hikayesini barındırmasıdır. Küçük Amir’in oyun arkadaşı Hasan bir Hazara’dır. Bir evin içerisinde mültecidir kısacası. Daha sonra Afganistan’da yaşanan olaylar nedeniyle Amerika’ya kaçmak zorunda kalan Amir ve babası da birer mültecidir artık. Babasının arkadaşı Rahim

Han da yıllar sonra Pakistan’a göç etmek zorunda kalan bir mülteci olur. Bu böyle devam edip gidiyor.

Peki, bizim asıl meselemiz ne? Bizim meselemiz bütün bu olayların müsebbibi olarak Rusya ve Taliban’ı ve dahi dolaylı yoldan değil direkt olarak İslam’ı suçlayıcı bir dille bize aktaran “sevgili” yönetmeniz. Burada kitapların ve filmlerin anlatı dilinde büyük

farklılıkların olabileceğini söylemeliyiz. Zira bir film her ne kadar bir kitaptan uyarlansa da o kitabın oldukça dışına çıkabiliyor.

Amerika’da huzur içerisinde yaşayan ve her türlü özgürlük imkanlarının sağlandığını gördüğümüz Amir, ailesi ve babasının arkadaşları “Amerikan Rüyası”nın birer parçası haline geliveriyor. Bir benzin tankerinin içerisinde Afganistan’dan yola çıkmak zorunda kalan bu ailenin ABD’ye hangi şartlar altında ve nasıl girdiklerini görmüyoruz ama. Mesela ABD onlara nasıl bir vize uygulaması sağladı? Sonuçta bu insanlar gökyüzünde kanatlanıp uçmadılar. Belki de Türkiye’den falan da geçmişlerdir.

Neyse çok uzatmadan, Uçurtma Avcısı filminde bize biraz İslamofobi ile süslenmiş, biraz da üzerine Rusya ve Taliban sosu eklenmiş bir fikir dayatmasında bulunuyor. Yiyor muyuz? Tabii ki yemiyoruz.

Zira 2007 yılında bu filmi çekenlerin daha 3 yıl öncesinde (2004) Irak’ta canlarına okudukları halkı ve buna benzer birçok haltları görmeden başkalarına söz söylemeye kalkması kadar mide bulandırıcı bir şey yok.

Hasılı kelam biz filmin üzerine buna benzer bir çok meseleyi konuştuk. “Ülkemizdeki mültecilerin yalınayak hallerine gitgide alışıyor ve duyarsızlaşıyor muyuz?” diye sordu bir hanımefendi mesela. Bunun bizim insanlık seviyemizle doğru orantılı olduğunu söyledim. İnsanlığımızın seviyesi azalıyorsa eğer mültecilere karşı merhametimiz ve ensarlık seviyemiz de o derece azalıyordur tabii ki…

Mülteci film okumaları devam edecek. Gelecek ay Sinefesto Yayın Yönetmeni Abdulhamit Güler konuk olacak. Eğer vaktiniz varsa ve etrafınızda bir mülteci kardeşiniz varsa bence birlikte gidin programa. Bizden duyurması.

SİNEFESTO TEMEL SİNEMA EĞİTİMLERİ BAŞLADI

Sinefesto ve TYB İstanbul Şubesi işbirliği ile düzenlenen Temel Sinema Eğitimi’nde dersler başladı. Kursiyerler görüntü-yönetmenlik, senaryo, kurgu ve oyunculuk üzerine eğitimler alacak. Eğitimler 8 hafta sürecek. Mehmet Bozdağ, Sinan Çetin, Metin Günay, Serdar Gökhan, Münib Engin Noyan ve Mustafa Kara gibi tecrübeli isimlerin atölyeleri ile zenginleşecek olan eğitimin devamının da geleceği müjdesini verelim. Özellikle senaryo eğitimi konusunda çok esaslı bir eğitim planlamak zorundayız. Talep eden güzel insanları görünce bu işler boynumuzun borcu oluyor ister istemez.

GÜZEL BİR NOT

Açılım Kitap tarafından yayınlanan ‘Yorgunluk Toplumu’ isimli bir kitap okuyorum. Byung-Chul Han tarafından yazılan eser Türkçeye Samet Yalçın tarafından çevrilmiş.

“80’lerle beraber eskilerin ‘sürat asrı’ dediği devri kapatan, hızın sadece fiziksel değil sanal bir dünyada da bir mevzu haline geldiği, insanların, malumatın her an ulaşılabilir olduğu, sosyal ilişkilerin yerini ‘etkileşim’e terk ettiği bir döneme girdik. Merakımız varsa dahi ilgi duyamıyoruz, dikkat kesilemiyoruz. Dikkatimiz yazılım arayüzlerinin arasında, bir yüzeyden diğerine atlamakla meşgul. Ara’nın yerini hiperaktiflik, yani oradan oraya atlamak aldı. Yerimizde duramıyoruz. Gündemimiz aralıksız olarak ‘güncel’leniyor…”

Fırsatı, imkanı olan alıp okusun derim… M.U.