Türkiye bu yüzyılın yıldızı olacaktır ancak kimse bundan beş/on yıl sonra diye düşünmesin, en fazla üç sene içerisinde, tüm dünyanın gıpta ettiği, tersine göçlerin başlayacağı bir ülke olacağız.

Sosyal medya uzmanı Deniz Unay

15 Temmuz’dan sonraydı bir grup vatansever insan sosyal medyada algı operasyonlarına karşı mücadele etmek için bir araya gelmişti.

Bende o istişare toplantısına konuşmacı olarak davet edilmiştim. O toplantıda “Son Nefeste Doğmak” kitabının yazarı Mustafa Sefa Güvenir kardeşimle tanıştık.

Değerli okuyucularımız insanlar size zaman içerisinde hal ve tavırları ile kendileri ile ilgili bazı kavramlar yükler. Mustafa Sefa Güvenir ; Vatanı bayrağı milleti dert edinmiş sert görünen mizacının arkasında merhamet dolu bir kalbi olan, 47 yaşında olmasına rağmen hala Behice hanımın ana kuzusu, iyi bir yazar, ve Delilik ile Velilik ince çizgisinde biridir.

MUSTAFA SEFA GÜVENİR KİMDİR?

18 Nisan 1973 Tarihinde doğan Mustafa Sefa Güvenir, Halkla İlişkiler ve Reklamcılık okudu. Kalemi hep sevdi, bir dönem kendini yaptığı resim ve karikatürlerle ifade ettiğini söyleyen yazar, okuduklarının da etkisiyle, yazar olmayı hep hayal etmişti. Aziz Nesin’den Necip Fazıl’a, Ümit Yaşar Oğuzcan’dan Nazım Hikmet’e, Jack London’dan Said Nursi’ye, Samiha Ayverdi’den, Hz Mevlana’ya birçok kişinin kaleminin etkisi altında kaldığını belirten yazar, yazarlık hayatına reklam metin yazarlığı ile başladı, ardından da dostlarının da teşvikiyle

ilk romanı İSİMSİZ’i kaleme aldı.

Başta TRT olmak üzere, ilk romanıyla konuk yazar olarak pek çok televizyon ve radyo programına davet edildi. Mustafa Sefarizmalar adlı ikinci kitabını sadece seminer programlarında imzalayan yazar, 3. Kitabı ile Çanakkale Savaşını kaleme aldı. Bu romanı ile yılın en iyi tarih romanı dalında Altın Kalem ödülüne layık görüldü. Son iki senedir, Hasan Nail Canat gibi müstesna bir sanatçının yetiştirdiği Yakaza Tiyatrosu ekibinde oyuncu olarak dahil oldu. Yanık Devrem, Yunus Emre ve Bir Kuyu Üç Yusuf oyunlarının sahnelenmesinde yer aldı.

Bununla birlikte, Diriliş Ertuğrul, Reklam Filmleri, Gençliğim Eyvah dizilerinde de rol alan Mustafa Sefa, aynı zamanda yazar koçluğu ve romanlar için editörlük de yapmaktadır. Önümüzdeki günlerde Türk Tiyatrosu için oyunlar da yazmayı hedeflediğini belirten yazar, iki çocuk babasıdır.

ROMANLARI HAKKINDA

İsimsiz ve Son Nefeste Doğmak romanlarınızda ne anlattınız?

İlk romanım kişisel yozlaşmayı anlattı, “Neden kişisel gelişim değil de yozlaşma?” bunu zaten herkes yapıyor derim. Kişisel gelişim sadece yapmamız gerekenleri değil, yapmamamız gerekenleri de anlatmaktır aslında, ben bunu tercih ettiğim için ortaya ters köşe bir kurgu çıktı.

Her yokluk tam bir yokluk değildir içinde varlık vardır, her varlık varoluş değildir, içinde yokluk vardır. Mutluluğu arayan insan onu dışarı da değil, dışından daha büyük olan iç kainatında ve huzur olarak bulabilir ancak.

Parayla her şeyiniz olabiliyordur ancak saadet o şeyler arasında değildir kaygısı ile yazıldı ilk romanım.

İkinci roman ise hem başlı başına okunabilecek hem de ilk romanla bağlanabilecek bir toplumsal yozlaşma kitabıdır, yani kendi öz toplumumuzun. Milletimiz nankör değildir ki unutkan olsun,UNUTTURULMUŞTUR!

Milletimiz asla ahlaksız değildir, toplumsal manada terbiye edilecek kaynaklarının önlerine set çekilmiştir. Bu millet neciptir, ahlaklıdır, köklerine bağlıdır. Düşünsenize, bilmediği bir lisanda yüzlerce yıldır namaz kılacak kadar imanlı, Hakk’a teslim olmuş ümmi bir gönle sahiptir. Çanakkale’yi geçemeyenler, 24 saat dünya ekseni etrafında hiç susmadan güneşin hareketlerine göre okunan ezanları susturmak için başkaca metotlar denemiş, başaramamışlardır. Lise yıllarımda emperyalist güçlere karşı nasıl durabilirim mücadelesi verirken, kendimi kendi milletime, kendi değerlerimizi anlatmaya çalışır bir halde buldum, derken, bunu kendimin dahi ıskaladığımı fark ettim.

Bize geçmişimiz unutturulmuş derken, bir miras davasında babaannemin babasının Çanakkale’de şehit edilen bir Üsteğmen olduğunu tesadüfen öğrendim, hem de 35 yaşımdayken.

O gün dedeme, dahası dedelerimize bunu borçlu olduğumuzu kendi adıma hesap edip, Çanakkale’yi yazmaya karar verdim. Bizim süper kahraman olmaya ihtiyacımız yok, bunu bilmeye, hatırlamaya ihtiyacımız var.

İşte Çanakkale Savaşı bunun için tarafımdan ancak en bilinmedik bir yöntemle kaleme alındı.

Çağımızın bir gencini o savaşa bir şekilde gönderdim ve onun nezdinde bizim şaşkınlığımızı ifade ettim, elbette bir mantık vardı kurgu sonunda, bu bizi dedelerimizle yüzleştiren bir roman oldu aslında.

OYUNCULUK VE TİYATRO DENEYİMLERİ

Ekrana hep soğuk baktım ve maalesef popüler kültürün oyuncularını, en azından kendi adıma sürüklediği bir araç olarak gördüm. Kamera önünde yapılan sihir, siz kamera önündeyken hükmünü kaybediyor ve ekran anlamsızlaşıyor. Ama tiyatro öyle mi? Dipdiri, tüm zamanların çağdaşı, entelektüeli… Oranın tozundan mıdır yoksa tozunun rengine sizi boyadığından mıdır bilemiyorum bambaşka bir dünya var. O dünyada neler olacağını biliyorsunuz ama bilmeyen biri kadar heyecan var, hayatın kendisini yaşamak gibi ama değil. Bu

sırtındaki küfeden insanlara saçabilmenin en tematik yolu, tatlı mı tatlı, izleyen kadar sahnedekini de “Her seferinde” kuşatan. Sahnede temaşa, dünyadaki temaşaya en yakın olduğunu için olsa gerek…

Bundan ötesini ancak ustalarım bilir, bendeniz henüz sahnedeki süpürgeyim vesselam…

PANDEMİ SÜRECİNİN BENDEKİ ETKİLERİ

Hep bahsedilen ancak anakentin heyheyli koşturmacasında ıskaladığım birisiyle tanış oldum… Öyle uzaklaşmışız ki birbirimizden anlatamam, o ve ben buluştuk bir müddet. Öğrenmeye hevesli olmanın, hatırlanmakta değerini yitirdiğini anladım, bulduğuma da memnun oldum, hatırladığıma da; öğrenmek mi? Muhiddin Arabi ne güzel ifade etmiş; “İnsan öğrenmez, hatırlar” evvela hatırladık kendimizi sonra tanışmak kaçınılmaz oldu, elhamdülillah nasip oldu bu sınav sürecinde. Kimimiz kendinden kaçamadı, kimimiz kendini yakaladı, ancak hepimiz anladık ki insan kendinden kaçamazmış bu pandemi sürecinde.

YENİ ROMAN VAR MI?

Olmaz mı? Yazmak beş para etmez, bu bendeki yazmak aşkı olmasa…

Yeni bir romanı bitirmek üzereyim ancak bazı şeylerin akılda fermante olması kaçınılmaz, final için bu mayalanma sürecini bekliyoruz kalemin ile… Yeni roman fitneyi anlatıyor okurken anlayacağız ki tarihin çeşitli dönemlerinde isimler ne kadar değişirse değişsin sıfatlar ve fiiller aynı. Fitne rüzgârın içindeki rüzgâr, ateşin içindeki ateş, beyazın içindeki beyazmış, senden gibi görünen ama seni yok eden. Türkiye bu yüzyılın yıldızı olacaktır.

TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR?

Bu bir sohbet değil aynı zamanda gelecek kuşaklara bir not düşme niteliğini tam da bu soruda kazanıyor.

Madem ki gazeteniz vesilesi ile bu fırsatı tarafıma tanıdınız işte kısa ve öz notumu düşüyorum. Türkiye bu yüzyılın yıldızı olacaktır ancak kimse bundan beş/on yıl sonra diye düşünmesin, en fazla üç sene içerisinde, tüm dünyanın gıpta ettiği, tersine göçlerin başlayacağı bir ülke olacağız, kısacası Türkler yeniden geliyor. Ne elinde petrol kalmayan Araplar ne de onları sömüren emperyalistler, bizler öyle bir şeyle geleceğiz ki değil Selçuklu, Osmanlı’dan da büyük bir devlet geliyor. 

Sadece Türk Birliği değil, İslam birliği dahi kurulacak. Elektrik çağının, enerjisini kendi üreten Türkiye’ye sadece bizim dışımızdakiler değil, bizler bile şaşıracağız. Söz uçar yazı kalır diyor ve burada kısa kesmek istiyorum.