Milletimizin şanlı dönemlerini yaşayanlar bunun ne derece farkındaydı acaba? “Muhteşem Süleyman” tabirini kendi milletimizden çok binlerce kilometre ötedeki Avrupalı hükümdarlar kullanıyordu. Yakın zamanlarda biz de bu tabiri kabul edip kullanmaya başladık. Ama keşke her şeyi zamanında anlayıp kavrayabilsek, değerini takdir edebilsek.

Balık, içinde gezindiği suyun kadrini kıymetini bilmez, hatta kendisine hayat veren bu kaynağın farkına bile varmaz derler. Nice güzelliğin kadri kıymeti elden gidince anlaşılıyor ne yazık ki… Sultan Abdülhamid’e yıllarca “Kızıl Sultan” diyenler kendi dönemindeki Batı hayranı sözde aydınlardı. Avrupalı Ermenilerin, Siyonistlerin kullandığı bu tabiri alıp kendi hükümdarları için söylemekten imtina etmediler. Fakat aynı Sultan Abdülhamid vefat edip de naaşı taşınırken “Bizi bırakıp nerelere gidiyorsun” diyen de aynı simalardı. Rıza Tevfik’i hatırlayın!

O Sultan Abdülhamid ki -meşhur tarihçilerimiz Halil İnalcık ve Kemal Karpat’ın anlatımıyla- Osmanlının ömrünü uzatan, ülke topraklarını bir baştan diğer başa demir yollarıyla tanıştıran; binlerce okul açarak milletimizi cehaletten aydınlığa çıkaran; yollar, köprüler, hastaneler, limanlar inşa eden; Çanakkale tabyalarını yaptıran; tüm bunlar vesilesiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini atan; hem de bunu çoğunlukla kendi kesesinden harcayarak yapan sıra dışı bir hükümdardı. Ünlü Avrupalı tarihçi François Georgeon “Sultan Abdülhamid” isimli eserinde bakın ne diyor: “Maarifperver diye övgülere boğulan Abdülhamid'in camiden çok okul yaptırdığına kuşku yoktur. Abdülhamid devrinin ayırt edici özelliği okulların daha önce hiç görülmemiş şekilde artması ve eğitim kalitesinin yükselmesidir.”

Şu sıralar şehrin caddelerinde Uğur Işılak’ın bir şarkısı yankılanıyor: “Yanlışa yanlış de/ Doğruya doğru/ Neyse onu söyle/ Doğruya doğru”… Şarkının bu sözlerini duyunca “vefa” kelimesi aklıma geldi.  “Yiğidi öldür lakin hakkını yeme” demiş atalarımız. İçinden geçtiğimiz şu dönem ne kadar da Sultan Abdülhamid dönemini andırıyor. Bir yanda varıyla yoğuyla milleti için çırpınan bir lider, öte yanda var gücüyle ona çelme takmaya çalışan Batı hayranı sözde aydınlar. Diğer yanda ise tüm bu manzarayı açık net bir şekilde gören millet. Bu millet işin eğrisini doğrusunu takdir etmekte mahirdir. Er ya da geç hakikatler yerini bulur, tarih yeniden doğru şekilde yazılır. Tıpkı Sultan Abdülhamid Han’da olduğu gibi…

Karadeniz’de tüm milletimize 40 yıl yetecek doğal gaz bulunmuş iken bunu takdir etmesi gerekenlerin kulp bulma çabalarını gördükçe “tarih hep tekerrür mü edecek” diye hayıflanmadan edemiyor insan. Öte yanda Özdemir Bayraktar isminde bir yiğit çıkmış, evlatlarıyla birlikte vatan savunması için kritik öneme sahip projeleri hayata geçirmişken aynı sözde aydın tayfasının “beğenmezük”, “istemezük” nakaratıyla hezeyan etmeleri sizce de “Kızıl Sultan” diyen geçmişin hainlerini hatırlatmıyor mu? Fakat ne mutlu ki Allah’ın ayeti açık: “Zalimler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır.”

Yıllarca Rahmetli Erbakan ile ilgili “takunyalı” diyerek dalga geçenler, “tank yapacağız, uçak yapacağız, kendi arabamızı yapacağız” diye haykırdığında ağız dolusu gülenler şimdi ardından rahmet okuyor. Heyhat! Önemli olan zamanında bu takdiri dile getirmektir. Her şey olup bittikten sonra Firavun tövbesinin kime ne faydası var? Erbakan gibi, Menderes gibi, Özal gibi, Nuri Demirağ gibi, Vecihi Hürkuş gibi nice vatan evladının önünü kesenler ülkemizi şaha kaldıracak projeleri hasıraltı edenler geçmişte “Kızıl Sultan” naraları atanlarla aynı zihniyetin insanlarıdır. Bunlar vatanın, milletin hayrına hiçbir şey yapmadıkları gibi bir şeyler yapmak isteyenlere de geçit vermezler. Değişen sadece zamandır! Hikâye aynı, roller aynı, taraflar aynı. Ama şükür ki artık eskisi gibi olanı biteni kenardan seyreden bir millet yok. Milletimiz iradesine sahip çıkıyor. İşin eğrisini doğrusunu araştırıyor. Yabancı istihbarat örgütlerinin organize ettiği toplum mühendisliği çabalarına prim vermiyor. İşte bu yeni durum her şeyi değiştiriyor. Tıpkı 15 Temmuz’da olduğu gibi…

Duyarlı milletimiz “Seni Abdülhamid’in yalnızlığına bırakmayacağız!” naralarıyla tüm meydanları inletiyor. Bu manzara uyanışın, dirilişin, şaha kalkışın nişanesidir. İşte bu, geçmişten ders almış olmanın işaretidir. Defalarca aynı delikten sokulan milletimizin nihayet oynanan oyunların farkına vardığının alametidir. Ne mutlu bunun şuurunda olanlara.

Milletimiz, tarihinden aldığı güçle, inancından aldığı ilhamla yeni ufuklara yelken açmaya devam edecektir. “Zalimin zulmü varsa, mazlumun Allah’ı vardır.” cümlesinin gereğini yaşatmaya devam edecektir. Çünkü Filistin’de, Somali’de, Bosna’da, Sudan’da, Doğu Türkistan’da, Karabağ’da, Irak’ta, Suriye’de ve daha nice farklı coğrafyadaki mazlumların kalbi  “Büyük ve güçlü Türkiye” ideali için atmaya devam ediyor. Ayasofya’yı zincirlerinden kurtaran dualar bu kez de milletimizi saran son zincirleri parçalayacak ve “Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya/ Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!” mısraları ülkemizin dört bir yanında yankılanacaktır. Yeter ki inanalım! Yeter ki yolumuzdan sapmayalım! Yeter ki vefalı olalım! Bu sorumluluğun farkında olanlara selam olsun. Günümüz aydın, geleceğimiz bugünümüzden daha aydın olsun.