Türkiye’nin 7 Ekim’den itibaren Gazze’deki katliamın sonlandırılması, taraflar arasında mutlak bir ateşkese varılması, ihtiyaç duyulan insani yardımların ivedilikle Gazze’ye ulaştırılması için verdiği mücadele hepimizin malumudur.

Her ne kadar Türkiye’nin ara buluculuk teklifi İsrail tarafından kabul görmese de Türkiye hem Hamas hem de müzakerelere aracılık eden Katar ve Mısır ile yakın temas içinde kalarak süreci takip etmiş ve her aşamada Gazze’deki durumun normale dönmesi için telkinlerini muhataplarına iletmiştir. Bu esnada ABD ile de istişare içerisinde kalınarak İsrail’in ateşkese zorlanması hususundaki temennilerini iletmiştir.

İsrail’in tüm kırmızı çizgileri aşarak Gazze’de bir soykırıma imza atması ve hiçbir uluslararası kuralı umursamaması üzerine, Türkiye de İsrail’e karşı tavrını sertleştirmiş ve İsrail’in 7 Ekim ve sonrasında yaşananlarla alakalı olarak dolaşıma soktuğu yalanları ve manipülasyonları çürütüp, boşa çıkararak İsrail’in uluslararası toplumu kandırmasına izin vermemiştir.

Bu kapsamda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, İsrail’in yarattığı atmosfer nedeniyle tüm dünya Hamas’ı kınamak durumunda kalırken “Hamas bir terör örgütü değildir. Vatanını savunan mücahitlerdir.” sözü gidişatı değiştirmiş ve küresel vicdanı harekete geçirmiştir.

Akabinde ise “İsrail’in bir terör devleti olduğunu ve Gazze’de işlediği soykırım suçu nedeniyle mutlaka yargılanması gerektiğini” söyleyen Erdoğan, belki de Güney Afrika Cumhuriyeti’nin İsrail aleyhine Uluslararası Adalet Divanı’nda açtığı soykırım davasının esin kaynağı olmuştur.

Hatta Anadolu Ajansı tarafından bölgede görev yapan muhabirlerin şahitliklerine ve mülakatlarına istinaden hazırlanan “Kanıt” isimli kitap da mahkemeye delil olarak sunulması için Güney Afrikalı yetkililere teslim edilmiştir.

Tüm bu süreçte Gazze’nin ve Filistinlilerin yanında olan Türkiye, İsrail’e yönelik doğrudan yaptırımlar için gerekli koşulların oluşmasını beklemiştir.

Zira hepimizin tahmin edeceği gibi Türkiye’nin uluslararası hukuktan kaynaklanmayan tek taraflı yaptırımlara başvurması hâlinde, İsrail yönetiminin haklı olup olmadığına bakılmaksızın Türkiye’yi ekonomik ve siyasi olarak zora sokacak girişimlerde bulunulması beklenmekteydi.

Ancak Uluslararası Adalet Divanı’nın 26 Ocak 2024’te Güney Afrika’nın başvurusunu kabul ederek İsrail’in soykırım suçlamasıyla yargılanmaya başlanacağı bilgisiyle birlikte bazı ihtiyati tedbir kararlarına hükmettiğini açıklaması ve özellikle 19-26 Şubat 2024 tarihleri arasında  “İsrail'in Filistin'i işgalinin hukuki sonuçlarına ilişkin” yapılan danışma görüşü duruşmalarında Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 52 ülke ile Arap Ligi ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nın da sözlü beyanda bulunması sonrası Türkiye’nin eli rahatlamıştır.

İsrail’in hukuken sıkıştırılmasına yarayacak bir olumlu haber de Birleşmiş Milletler’den gelmiştir. Birleşmiş Millet Güvenlik Konseyi, 25 Mart 2024 tarihinde aldığı 2728 Sayılı ateşkes kararında, “Ramazan ayının geri kalanında tüm tarafların saygı göstereceği, kalıcı ve sürdürülebilir bir ateşkese yol açacak acil bir ateşkese” hükmetmiş ve böylece tüm taşların yerine oturmasına vesile olmuştur.   

Zira artık ortada hiç kimsenin inkâr edemeyeceği şekilde Uluslararası Adalet Divanı’nda devam eden bir soykırım davası, 52 ülkenin İsrail aleyhinde sözlü beyanda bulunduğu paralel bir süreç ile Güvenlik Konseyi’nin almış olduğu ateşkes kararı bulunmaktaydı. Bunlara ilave olarak Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde Filistin’in şikâyetiyle başlamış olan ve İsrailli yöneticiler hakkında devam eden farklı bir yargılama da sürmekteydi.

Bunlara bir de iç kamuoyunda haksız yere yapılan eleştiriler eklenince, kendi pozisyonunu net bir şekilde ortaya koymak isteyen Türkiye’den İsrail’e yönelik ilk somut yaptırım gecikmemiştir. 9 Nisan’da Ticaret Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada; çoğunluğu demir, çelik ve çimento grubunda bulunan 54 kalem ürünün İsrail’e ihracatını kısıtlama kararının alındığı belirtilmiştir.

Aynı açıklamada yaptırım süresine dair de bilgi verilmiş ve “İsrail, uluslararası hukuktan kaynaklanan yükümlülükleri çerçevesinde, Gazze'de derhâl ateşkes ilan edene ve Gazze Şeridi'ne yeterli miktarda ve kesintisiz insani yardım akışına izin verinceye kadar yürürlükte kalacaktır.” denilerek sürecin normalleşmesinin İsrail’in tutumuna bağlı olacağı ifade edilmiştir. 

Aradan geçen süre içerisinde İsrail’in hiçbir olumlu adım atmaması, hatta Refah’a yönelik operasyonun yaklaştığı haberlerinin artması üzerine Türkiye, İsrail’e karşı tutumunu sertleştirmeye karar vermiştir. 1 Mayıs 2024 tarihinde Dışişleri Bakanı Hakan Fidan tarafından yapılan açıklamayla, Uluslararası Adalet Divanı’nda İsrail aleyhinde devam eden soykırım davasında Güney Afrika lehine müdahil olunacağı duyurulmuştur. 

Türkiye bu karar ile “İsrail ve soykırım” karşısındaki tavrını net bir şekilde ortaya koymuş ve bundan sonra da soykırımın önlenmesi için elindeki tüm imkânları kullanacağının mesajını vermiştir.

Keza hemen bir gün sonra 2 Mayıs 2024 tarihinde Ticaret Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, “İsrail hükûmetinin saldırgan tutumunu sürdürdüğü, Filistin'deki insani trajedinin kötüleştiği müşahede edilmektedir. Bu itibarla, devlet düzeyinde alınan tedbirlerin ikinci aşamasına geçilmiş, İsrail'le ilgili ihracat ve ithalat işlemleri tüm ürünleri kapsayacak şekilde durdurulmuştur. İsrail hükûmeti, Gazze'ye kesintisiz ve yeterli miktarda insani yardım akışına izin verinceye kadar Türkiye söz konusu yeni tedbirleri kesin ve kararlı bir şekilde uygulayacaktır.” denilerek bu konuda ne kadar kararlı olunduğu gösterilmiştir.

Böylelikle Türkiye, Gazze’deki soykırımı önlemek için İsrail’e karşı uyguladığı yaptırımların seviyesini peyderpey artırmış ve gelinen noktada hem iç kamuoyundan gelen taleplere cevap verilmiş hem de uluslararası hukukun tanıdığı haklar kullanılmıştır.

Buna rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan, 3 Mayıs 2024 tarihinde Dolmabahçe Çalışma Ofisi’nde MÜSİAD yönetim kurulunu kabulünde yaptığı konuşmada, “İsrail ile ihracat-ithalatı durdurduk. Aldığımız bu kararla Batı’nın üzerimize nasıl saldıracağını biliyoruz. Hep birlikte barış ve refah içinde yaşamalıyız. Dik duracağız ve bileceğiz ki önümüzdeki yol mazlumların yanında yol alma durumudur.” diyerek İsrail’e karşı alınan karar nedeniyle bazı sıkıntılar yaşanabileceğini ifade etmiştir. 

Erdoğan konuşmasının devamında, “Bizim burada tek bir gayemiz vardır, o da Batı'nın koşulsuz askerî ve diplomatik desteğiyle kontrolden çıkan Netanyahu yönetimini ateşkese zorlamaktır. Ateşkes ilan edildiği, Gazze'ye yeterli miktarda insani yardım girişine müsaade edildiği durumda amaç zaten hasıl olacaktır. Türkiye'nin bu hamlesi, mevcut tablodan rahatsız olan diğer ülkelere de örnek teşkil edecektir." diyerek alınan kararın çerçevesini çizerken diğer ülkeleri de İsrail’e karşı tavır almaya davet etmiştir.

Keza beklendiği gibi de olmuş ve Türkiye’nin İsrail ile ticareti tamamen durdurma kararından hemen sonra sosyal medya üzerinden bir açıklama yapan İsrail Dışişleri Bakanı Israel Katz, “Türkiye’nin Dünya Ticaret Örgütü’nün belirlediği uluslararası ticaret kurallarını ihlal ettiğini” söyleyerek hiçbir uluslararası hukuk kuralına riayet etmeyen İsrail’in çelişkisini bir kez daha ortaya koymuştur.

Türkiye’nin 9 Nisan’daki ticaret kısıtlaması kararından sonra da ABD’li muhataplarına çağrı yapan İsrail Dışişleri Bakanı Katz, ABD’nin Türkiye’yi cezalandırmak için yaptırım uygulamasını talep etmişti. Şimdi de benzer bir çağrının yapılması beklenmekte olup bu kapsamda Yahudi lobisine yakın bazı ABD Temsilciler Meclisi üyelerinin Türkiye’ye yönelik yaptırım uygulanması için Kongre’ye kanun tasarıları sunacağına yönelik duyumlar alınmaktadır.

Ancak Türkiye tüm bu hamlelere karşı hazırlıklı olup uluslararası hukuktan aldığı meşruiyet ile İsrail’i soykırımdan caydırmak için adım atmaya devam edecektir.

Gönül ister ki İsrail’in soykırım politikalarını önlemek için daha çok ülke Türkiye’nin yanında yer alsın.

Her şeye rağmen Türkiye’nin bu konudaki tutumu gayet açık ve sarihtir. “Soykırım bir insanlık suçudur ve mutlaka önlenmelidir.”