17 Aralık 2010 tarihinde Tunus’un Sidi Bouzid şehrinde Muhammed Buazizi isimli seyyar satıcının kendini yakmasıyla başlayan Arap Baharı süreci hepimizin hafızasındaki tazeliğini koruyordur.

Buazizi’nin yaktığı ateş Arap sokaklarında hızlıca yayılmış ve bölgede kısa süre içerisinde diktatörler devrilirken Arap halklarının yıllardır hasret kaldığı özgürlük, demokrasi, eşitlik ve refaha kavuşacakları düşünülmeye başlamıştı. Maalesef süreç beklendiği gibi devam etmemiş ve bölgedeki monarşilerin de talebiyle Arap Baharı birden kışa dönüşüvermişti.

O yüzden artık bahar derken biraz daha temkinli davranıyor ve her esen yeli bahara yormuyoruz bu bölgede. Ama belki de başka yerlere gerçekten bahar geliyordur?

Peki, Arap Baharı’yla Amerikan Baharı’nı nasıl ilişkilendiriyoruz?

Bildiğiniz gibi 7 Ekim’deki Aksa Tufanı saldırısından sonra İsrail’in başlattığı Gazze saldırısında on binlerce Filistinliyi katledip inkâr edilemeyecek bir soykırıma imza atmaya başlamasıyla ABD’deki pek çok üniversitenin kampüsünde; Filistin’i ve iki devletli çözümü destekleyen, İsrail’in işgal politikasını ve Gazze’de devam eden soykırımını eleştiren gösteriler yapılmaya başlamıştı.

Münferit olaylar gibi ortaya çıkan bu protestolara bile hazmedemeyen İsrail, ABD’deki Yahudi lobisi marifetiyle önce bu protestoların üzerini örtmeye ve destek verenleri antisemitist olarak damgalamaya, akabinde ise bu haklı talepleri illegal eylemler gibi göstererek meşruiyetini sorgulatmaya çalışmıştı.

Hatta bu kapsamda, kampüslerdeki protesto gösterilerine izin veren Harvard, Pensilvanya ve MIT üniversitelerinin rektörleri aralık ayında Kongre’de ifadeye çekilmiş ve ardından da Harvard ve Pensilvanya rektörleri baskılara dayanamayarak istifa etmişlerdi.

Ancak protestolar sona ermemiş hatta aradan geçen süre içerisinde İsrail’in işlediği soykırım suçunun Uluslararası Adalet Divanı’na taşınması ve yüksek mahkemenin de Güney Afrika’nın başvurusunu kabul ederek yargılamaya başlaması ve son olarak da ocak ayında verdiği ihtiyati tedbir kararında İsrail’in soykırım suçunu işlediğine yönelik deliller bulunduğunun açıklanmasıyla başta ABD olmak üzere neredeyse tüm Batı ülkelerindeki protestolarda bir artış gözlenmeye başlamıştır.

Tüm bunlara ek olarak ABD yönetiminin İsrail’i Gazze politikası nedeniyle eleştirmesine rağmen hâlâ silah ve mühimmat desteğini sürdürmesi ve tüm insan hakları ihlallerine rağmen de (ABD anayasasına aykırı olmasına rağmen) İsrail’e milyarca dolarlık ilave yardım kararlarının onaylanması üzerine nisan ayında üniversitelerdeki protestolarda gözle görülür bir artış yaşanmaya başlamıştır.

ABD’deki İsrail algısına yönelik bozulma sadece üniversitelerle de sınırlı kalmamıştır. Skeptic Research ve Gallup gibi araştırma şirketleri yaptıkları, Ekim 2023’ten bugüne ABD toplumunun İsrail’e ve Filistin’e yönelik bakışları hakkındaki araştırmalarda; başta Z kuşağı olmak üzere Amerikan toplumunun çoğunluğunda İsrail’e verilen desteğin azaldığı ve Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırısının, İsrail işgalini sonlandırmaya yönelik haklı bir mücadele olduğuna yönelik desteğin arttığı görülmüştür.

Bu yetmiyormuş gibi, ABD-İsrail ilişkilerinde bir ilk yaşanmış ve Senato’da bazı Temsilciler Meclisi üyeleriyle senatörlerin İsrail’e yapılan yardımların şarta bağlanması gerektiğine yönelik açıklamaları duyulmuştur. ABD yönetimi tarafından bir taraftan işgal altındaki Batı Şeria’da insan hakları ihlallerine devam eden bazı Yahudi işgalcilere yaptırım getirilirken diğer taraftan da İsrail ordusunun bazı birliklerine de yaptırım uygulanabileceği söylentileri ortaya çıkmıştır.

Tüm bunların üzerine 18 Nisan’dan itibaren Columbia Üniversitesi başta olmak üzere New York, North Carolina, Charlotte ve Michigan üniversitelerinde de yoğun protestolar başlamış ve üniversitelerin yönetimlerince kampüse çağrılan polisin bu protestoları şiddet kullanarak bastırmaya çalıştıkları görülmüştür.

Özellikle Columbia Üniversitesi’ndeki öğrencilerin kampüste oturma eylemi başlatmaları ve bu eylemlerini İsrail’in Gazze saldırısını sona erdirene kadar devam edeceklerini açıklamaları, dikkatlerin bu üniversiteye çevrilmesine yol açmıştır.

Üniversitede artan olaylar üzerine, kampüsteki antisemitizm ve bununla nasıl mücadele edildiğini öğrenmek üzere Senato’ya çağrılan Columbia Üniversitesi’nin Mısır doğumlu rektörü Minouche Shafik, dönüşte yaptığı açıklamada; “öğrencilerin izinsiz olarak kampüse girdiklerini ve kampüsü işgal ettiklerini söyleyip” kampüse 1968’den sonra ilk kez polisi çağırmıştır. Rektörün bu hamlesi geçmişinde de protesto kültürü yoğun olan Columbia Üniversitesi’ni iyice karıştırmış ve olayların yayılmasında büyük rol oynamıştır. 

Ancak Yahudi lobisi de boş durmamış ve kampüslerdeki protestoları Yahudi düşmanlığı ve antisemitik eylemler olarak göstermeye çalışan yoğun bir kampanya başlatmıştır. Bu kapsamda lobinin sahibi olduğu ve desteklediği tüm medya organlarında; protestolarda nefret suçu işlendiği, söylemlerin antisemitik olduğu ve bu sebeplerden dolayı protestoların Amerikan demokrasisine zarar verdiği şeklinde haberler yaptırılmaya başlanmıştır.

Fakat Yahudi lobisinin hamleleri protestoları durdurmaya yetmediği gibi sürece yeni üniversitelerin de katılmasına yol açmıştır.

Geçtiğimiz hafta sonu Columbia Üniversitesi’nden yansıyan görüntüler ise sahadaki durumun pek de İsrail’in ve Yahudi lobisinin istediği gibi olmadığını göstermiştir. Zira kampüsteki protestolara sadece öğrenciler değil, vicdan sahibi olan öğretim üyeleri de katılmaya başlamış ve İsrail’in soykırımını beraber protesto etmişlerdir.

Kampüsteki İsrail karşıtı protestoları sonlandırmak için gönderilen polisin protestoculara yönelik sert tutumu ise yeni bir tartışmayı ateşlemiştir. Keza polis, tek suçu İsrail’in soykırım suçlarını protesto etmek olan öğrenci ve öğretim üyelerini ters kelepçeleyip yerlerde sürüklemiş ve karga tulumba karakola götürmüştür.

Sadece geçtiğimiz hafta sonu Columbia Üniversitesi’nde 100’den fazla kişi tutuklanırken Yale Üniversitesi’nde 47, New York Üniversitesi’nde ise 120 kişi tutuklanarak karakollara götürülmüştür.

Polisin yaptığı tutuklamalar protestocuları caydırmadığı gibi sürece diğer üniversitelerin de eklenmesiyle protestolar ülke geneline yayılmıştır. Bu satırların kaleme alındığı saatlerde ise Teksas Üniversitesi, Yale Üniversitesi, Brown Üniversitesi ve Güney Kaliforniya Üniversitesi’nde yoğun protestolar başlamıştı.

Hâl böyle olunca üniversitelerdeki protestoları bastırarak İsrail’in Gazze’deki soykırımının üzerini örtmek isteyen Yahudi lobisi farkında olmadan Amerikan Baharı’nın fitilini ateşlemiştir. Nasıl ki Buazizi kendini yaktığında hiç kimse sürecin nereye evrileceğini kestiremediyse bu saatten sonra Amerikan üniversitelerindeki İsrail karşıtı protestoların da nasıl sonuçlanacağını kestirmek mümkün değildir.

Dolayısıyla bu protestoların ABD’deki Yahudi lobisinin etkisini kırması ve ABD toplumunun İsrail’e verilen koşulsuz destek nedeniyle yönetimi hesaba çekip bu desteği sonlandırmasını sağlaması söz konusu olabilecektir.

Böyle bir durumda ise İsrail’in kuruluşundan itibaren bir şekilde sahip olduğu uluslararası hukukun üzerindeki konumu sorgulanacak ve başta Uluslararası Adalet Divanı’ndaki soykırım davası olmak üzere Uluslararası Ceza Mahkemesi’ndeki davalardan da hüküm giymesi ve soykırımcı ülke olarak damgalanarak hesap vermesi mümkün olabilecektir.   

Sonuç olarak ABD üniversitelerindeki protestoların uzun süredir beklenen Amerikan Baharı’nı başlatması beklenirken bu durumun İsrail’in kışına dönüşmesi ise kuvvetle muhtemeldir.

Bakalım önümüzdeki günler kime baharı, kime de kışı gösterecek?