Türkiye 40 yılı aşkın süredir PKK terör örgütü ve ona müzahir örgütlere karşı mücadele etmektedir. Bu mücadelede tüm doğu ve güney sınır komşularıyla zaman zaman karşı karşıya geldiği gibi bazı durumlarda bu komşularıyla iş birliği de yapmıştır. Son dönemde bu iş birliklerinin en yoğun olduğu ülke ise Irak olmuştur.

Bu iş birliği sürecinin son halkası ise 14 Mart’ta Bağdat’ta imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti ile Irak Cumhuriyeti Arasında Gerçekleştirilen Güvenlik Mekanizması Görüşmesine İlişkin Ortak Sonuç Bildirisi” olmuştur.

Yedi maddelik sonuç bildirisi Türkiye ve Irak’ın PKK terör örgütüne karşı ortak iş birliğine odaklanmakla birlikte, “Irak Ulusal Güvenlik Konseyi” tarafından PKK’nın Irak’ta yasaklı bir örgüt olduğu yönünde kararının ilk kez kamuoyuna duyurulması bakımından da büyük önem arz etmektedir. 

Hatırlanacağı üzere Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, 22-24 Ağustos 2023 tarihleri arasında gerçekleştirdiği, Bağdat ve Erbil’i kapsayan Irak ziyareti esnasında muhataplarından PKK’nın resmen terör örgütü olarak kabul edilmesini talep etmişti. O tarihten sonra da iki ülke arasında sıkı bir diplomasi yürütülmüş ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın nisan ayında yapılması planlanan Irak ziyareti öncesinde Irak Ulusal Güvenlik Konseyi’nin bu yönde aldığı karar memnuniyetle karşılanmıştır.

Bu kararın, PKK’nın resmen terör örgütü olarak kabul edilmesinden önceki aşama olduğu değerlendirilmektedir. Zira sonuç bildirisinde bu konuya kuvvetli bir atıf yapılmıştır. Açıklamada, “PKK’nın Türkiye ve Irak için güvenlik tehdidi teşkil ettiğinin altı çizilmiş ve söz konusu örgütün Irak topraklarında mevcudiyet göstermesinin Irak Anayasası’nı ihlal ettiği anlamına geldiği kayda geçirilmiştir” dendikten sonra, “Türkiye, Irak Ulusal Güvenlik Konseyi tarafından PKK’nın Irak’ta yasaklı bir örgüt olduğu yönünde alınan kararı memnuniyetle karşılamıştır” denerek bu karardan duyulan memnuniyet vurgulanmıştır.

Ayrıca, “Taraflar, Irak topraklarını kullanarak Türkiye’yi hedef alan örgüt ve uzantılarına yönelik alınması gereken önlemler konusunu istişare etmişlerdir.” denilerek bu karardan sonra Türkiye’nin Irak’ta yapacağı sınır ötesi operasyonlarda Irak tarafının gerekli anlayışı ve kolaylığı göstereceğinin ipuçları verilmiştir.

Dolayısıyla artık Irak’ta yasaklı örgüt statüsüne geçen PKK’nın, özerk bir statüsü olan Kuzey Irak dâhil olmak üzere Irak’ın genelindeki muhtelif aktörlerle iş birliği yapması veya bazıları tarafından da korunması hukuken imkânsız hâle gelmiştir.

Bundan sonra KYB lideri Bafel Talabani’nin kısa bir süre önce yapmış olduğu “PKK, KYB için tehdit oluşturmuyor” şeklindeki açıklamasının hükmü kalmamıştır. Şimdi gözler Türkiye ile Irak arasında imza edilen bu bildirinin sahada nasıl bir yansımasının olacağındadır. 

Bildiride, “İki ülke arasındaki ilişkilerin muhtelif kulvarlardaki yapısal çerçeveyi oluşturmak ve bu suretle düzenli temas mekanizmaları tesis etmek amacıyla bir mutabakat zaptı üzerinde çalışmaların yoğunlaştırılmasına karar verilmiştir” denilerek iş birliğinin sadece terörle mücadeleyle sınırlı kalmayacağı vurgulanmıştır.

Bu kapsamda bildiride yer alan, terörle mücadelenin yanı sıra “ticaret, tarım, enerji, su, sağlık ve ulaştırma alanlarında münhasıran çalışacak “Ortak Daimî Komitelerin” ihdası kararlaştırılmıştır” şeklindeki madde, uzun süredir iki ülke yetkililerinin üzerinde çalıştığı “Kalkınma Yolu Projesi”ne yönelik bir niyet beyanı olarak okunmuştur.

Nihayetinde iki tarafa da ekonomik bir fayda sağlaması için planlanan bu yolun inşa edilmesinin yanı sıra güvenliğinin sağlanması da projenin sürdürülebilirliği bakımından önemli bir meseledir. Irak’taki mevcut durum göz önünde bulundurulduğunda, Irak’ın tek başına bu yolun güvenliğini sağlayamayacağı ve bunun için de Türkiye ile bir güvenlik iş birliğinin elzem olduğu görülmektedir.

Bu nedenle, bu projenin hayata geçirilmesinden rahatsız olabilecek bölgesel ve küresel aktörlerin, PKK terör örgütü gibi kullanışlı bir aparatı kullanmak isteyebilecekleri hesap edildiğinde, PKK’nın Irak’ta yasaklı örgüt olarak ilan edilmesinin önemi daha iyi anlaşılacaktır.   

Ayrıca, “Türkiye Cumhuriyeti ile Irak, ilişkilere stratejik bir çerçeve oluşturulması anlayışıyla hazırlayacakları bu metin marifetiyle, iki ülke yetkililerinin eş güdümlü şekilde, düzenli aralıklarla ve sonuç odaklı bir yaklaşımla çalışmak üzerinde mutabık kalmışlardır” denilerek temasların düzenli olarak süreceği vurgulanmıştır.

Bu ifade ise iki ülke arasındaki iş birliği uzun soluklu olacağı ve iş birliği konularının zamanla daha da genişleyebileceğine dair bir beklentiyi yükseltmiştir.

Son olarak, “Gazze’de soykırıma varan katliam başta olmak üzere bölgedeki sınamalara ilişkin görüş teatisinde bulunmuş olup Filistin davasının desteklenmesi konusunda güçlü iradelerini teyit etmişlerdir” denilerek tarafların Gazze’deki durumu soykırım olarak tanımladıkları ve Filistin davasına verdikleri destek kayıt altına alınmıştır.

Şimdi gelelim bu bildirinin zamanlamasına dair yapılan mülahazalara.

Yapılan değerlendirmelerin çoğunluğu, Türkiye ile Irak arasında kurulan güvenlik mekanizmasını teröre karşı bir iş birliği olarak tanımlarken bir kısmı ise bu iş birliğinin bölgede ABD sonrası kurulacak yeni düzen için hazırlık olduğunu dile getirmektedir.

Hatırlanacağı üzere ABD’nin bölgedeki varlığı, 7 Ekim sonrası yaşanan bazı hadiseler nedeniyle yeniden sorgulanmaya başlanmıştı. ABD’nin, İsrail’in Gazze’de Filistinlilere yönelik işlemiş olduğu soykırım suçlarına rağmen hâlâ İsrail’i destekliyor olması yetmiyormuş gibi Suriye ve Irak’ta İran destekli milislere yönelik saldırılar gerçekleştirmesi bardağı taşıran son damla olmuştu.

Irak Başbakanı Sudani de ABD’nin Kule-22 saldırısına cevaben yapılan misillemeler kapsamında Bağdat’a yönelik yapılan saldırılardan sonra bir kez daha ABD askerlerinin Irak’tan çekilmesi gerektiğini ifade etmişti. Hatta bu sözlerin hemen ardından bazı ABD’li yetkililer, ABD’nin bölgedeki muhataplarıyla çekilme konusunu görüştüğünü açıklamışlar ama bunun için belirli bir takvim olmadığını da eklemişlerdi.

Dolayısıyla Türkiye’nin Irak ile imzaladığı bu bildiriyi ve kurulan güvenlik mekanizmasını, bölgede ABD’den sonra ortaya çıkacak muhtemel boşluğu doldurma amacı taşıdığına yönelik değerlendirmenin gerçek dışı olduğunu söylemek mümkün değildir. Kaldı ki İran’ın Irak üzerindeki mevcut etkisini düşündüğümüzde, ABD’nin de çekilmesinden sonra bu etkinin daha da artacağını öngörmek şaşırtıcı olmayacaktır.

Hâl böyle olunca Türkiye’nin hem güvenlik kaygıları hem de ekonomik çıkarları için Irak ile daha da yakınlaşmak istemesi ve ABD’nin bölgeden çekilmesinden sonra Irak ile birlikte gerçekleştirdiği veya gelecekte gerçekleştirmeyi planladığı projelerin güvenliğini sağlamak için inisiyatif alması gayet doğaldır.

Bunun için; terör örgütü PKK’nın tamamen ortadan kaldırılmasını sağlamak başta olmak üzere gerekirse İran’ın Irak üzerindeki etkisini sınırlandırıcı her türlü tedbire başvurulması da kaçınılmaz gözükmektedir.

Bu kapsamda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın nisan ayında gerçekleştirmesi planlanan Irak ziyaretinde bu konuda daha somut adımlar atılması ve Türkiye ile Irak arasında tesis edilen güvenlik mekanizmasının daha da kurumsallaşması beklenmektedir.

Bu sürecin her iki ülkenin güvenliğine ve ekonomik çıkarlarına fayda getirmesi dileğiyle…

Bu vesileyle, dün itibarıyla gururla yâd ettiğimiz, “18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi”nin 109. yılı münasebetiyle Çanakkale’yi geçilmez yapan aziz şehitlerimizi rahmet ve minnet ile anıyorum. Ruhları şad olsun.