Virüs nedeniyle İnsanlık olarak kendimizi sorguladık, insanlığın gidişatına yönelik kafa yorduk, fikir fırtınaları yaptık. Genel alışkanlıklarımızın dışına çıkarak hayata biraz içerden biraz dışarıdan bakma fırsatı elde ettik. Peşinden koştuğumuz dünyanın o kadar da koşulmaya değer olmadığını anladık. Bir nefeslenme miktarı da olsa durduk soluklandık. Kimimiz az kimimiz çok dersler çıkardık. Ama artık her şeyin “dün” gibi olmaması gerektiği kanaatine vardık.

Ancak bir başka gerçekle karşı karşıyayız.  Doğru ve iyi olarak gördüklerimizi nasıl hayata geçireceğiz? Çünkü kısa zamanda insan olarak eski alışkanlıklarımıza geri döner hiçbir şey olamamış gibi kaldığımız yerden devam ederiz; yeni büyük bir “bela” ile karşı karşıya kalıncaya kadar. Şahsi olarak çıkarılacak sonuçlar yanında kurumlara tekabül eden sonuçlar nasıl bir neticeye kavuşacak?

İnsan olmak noktasında dünyaya, çevreye, hayvanlara ve insanlara karşı sorumluluklarımızı gözden geçirdik. Birçok konuda hata yaptığımızı kabul ediyoruz. Yaratılışın ve fıtratının gereği insanoğlu kötü ve iyi huylar noktasında büyük çoğunlukla aynı fikirde. Bu durumun sevindirici yani çözümler noktasında da aynı fikirde buluşacağımız çok fazla konunun olması.

İnsanlığın ortak değerlerinin başında adalet gelmektedir. Adalet herkesin hak ettiği yerde olması ve hak ettiğini alması anlamına gelir. Çok fazla propagandası yapılan “eşitlik” ilkesinden çok farklı bir değerdir adalet. Çünkü kulağa ve gönle hoş gelen eşitlik değerinin hayatta bir karşılığı yoktur ve hiçbir zamanda olmayacaktır.  Eşitlik, tarafsızlık gibi soyut ve ideal manada çok iyi duran kavramlar üzerinden sistemler kurmanın ve sonuçlar çıkarmanın anlamsız zorlamalara ve çatışmalara neden olduğunu hep beraber gördük. Ne kimse bu dünyaya eşit olarak geliyor ne de buradan eşit olarak ayrılıyoruz.

Adaleti başa koyunca birçok meseleyi doğrudan halletmiş oluyoruz.  Adalet bir şemsiye kavram olarak sistemi ayakta tutuyor. Bütün hasletlerin anası olarak bizi bir arada tutacak, daha iyi bir dünyada yaşamamızı mümkün kılacak diğer ulvi değerlerin zeminini oluşturuyor. Adaleti çeşitli hukuki metinlerle tecelli ettirmeye çalışıyor insanlık, ancak çokta başarılı olduğu söylenemez. Huzurlu ve mutlu toplumun ilkeleri olarak merhamet, diğerkâmlık, emanet, dayanışma gibi değerlerle birlikte hem fertlerin hem de kurumların hafızalarına yerleşirse daha iyi günler görürüz.

Bu sıkıntılı günlerde insanlık olarak kendimizi her konuda olduğu gibi değerler bağlamında da gözden geçirdik. Bu iyi hallerin toplumlara ve sistemlere yansıması olur mu? İşte o noktada benim şüphelerim var.  Uzun yıllardır menfaate,   çıkar çatışmasına,  rekabete,  bencilliğe dayalı bir düzenin egemen olduğu dünyada iyi değerler sistemlere nasıl yansıyacaktır. Sistemi kontrol edenler insan olarak daha duyarlı davransalar bile kısa süre sonra yine eski günlere dönülecektir. Nerede kalmıştık diyerek ‘eski tas eski hamam’ yola devam edilecektir.

Bu musibetten iyi sonuçlar çıkarmak için bütün kurum ve kuruluşlara çok büyük bir fırsat penceresi açılmıştır.