Eşler arasındaki iletişim bozukluğu, kültürel farklılıklar, beklentiler, ekonomik sorunlar, aile içi duygusal/fiziksel şiddet gibi nedenler, aile birliğini bozabilir ve boşanma gerçekleşebilir. Boşanma çiftleri etkileyeceği gibi aile büyüklerini, çevreyi, eğer varsa çocukları da etkileyebilir. Boşanma akabinde eşler, boşanma sürecinde yaşadığı duygusal yıkımları toparlayıp yeni bir hayat için yola çıkabilirler. Yeniden evlenip yeni hayata merhaba demek onların en doğal haklarıdır.

İkinci evliliğini yapan kişi, çocuk sahibiyse evlilik süreci biraz zorlayacaktır. Çocuğun “üvey” anne/babasını kabul etmesi üvey anne/babayı bir hayli zorlayabilir. Huysuzluk ve aksi tavırlarla karşılaşılması en doğal durumlardandır. Bu durum sadece çocuk tarafından değil, üvey anne/baba tarafından da zor geçebilmektedir. “Eşimin çocuğu” kalıbında düşüncenin “bizim çocuğumuz” olarak oturması ağır ve zorlu bir sürecin yaşanmasını gerektirebilir. Lakin şöyle bir durum vardır:

Bir kadına yakışan en güzel sıfattır; anne olmak. Duygusallığın, merhametin, huzurun örneğidir. Öz de olsa üvey de olsa o vasfı en iyi şekilde -şüphesiz- kimsenin yapamayacağı kadar iyi taşır.

Üvey anne der demez, ne demek istediğim anlaşılmıştır; 46 yıl hapsi istenen, çocuğa insanlık dışı işkenceler çektiren şu üvey anne! Normal bir insanın yapamayacağı derecede şiddetler, şiddetin ötesinde tavırlar. Büyük bir patolojinin doğurduğu hareketler!

Modern zaman medyasının parçalattığı ve derin yaralar bıraktığı bir dönemdeyiz. İnsanların televizyon izlerken yahut masal/romanları okurken bilimsel olarak bilincinin kapandığı tespit ediliyor. İnsanların izlenilen duygusal sahnelere sanki gerçekten yaşıyormuş gibi tepki verilmesi, buna bağlanıyor.

İnsan bilinçli düşünemiyor! İzlenilene, okunana ve dinlenilene odaklanıyor. Ve neyi izliyorsa, neyi dinliyorsa kafasında o model oluşuyor. Maalesef ki modern zaman medyası, böylelikle aile yapılarını, bireysel iletişim kurma yöntemlerini, sosyal hayatla olan ilişkilerini ve hatta duygu, durum, davranışlarını çok rahat yönlendirebiliyor. Şöyle ki.

Uzun süre televizyonlarda “Üvey Anne/Baba” sendromuna maruz kalan bir ülkeden bahsediyoruz. Medya âleminde üvey anne/baba için kızgın, öfkeli, çocuğuyla rekabet içinde, kötülük eden, aç bırakan, eziyet eden, kıskanç bir karakter çizildi. “Sezercik” filmlerinde yıllarca üvey anne/baba, üvey çocuğunun hayatını karartmak adına bir dünya şey yaptı. “7 Cüceler” masalında üvey anne, rekabet ve güzellik adına elma yedirerek üvey kızını öldürdü. “Üvey Baba” adlı dizide üvey babasının tehdit, şiddet ve tacizlerine dayanamayan Lamia, üvey babasının katili oldu.

Kadın programları başlığında yapılan programlarda bunlara benzer bir dünya meseleler gündemde tutuldu. Bu süreçte anlatılan masallar, izlenilen filmler, diziler ve programlar, insanların bilinçaltında cani bir üvey anne/baba modeli oluşturdu. Sanki ortada bir üveylik olduğunda ona karşı rahatsızlık hissedecekmişsin gibi düşünceler empoze edildi. O senin için bir fazlalık, senin özgürlüğünü kısıtlıyor, tüm sorunların sebebi o, tarzında algı oluşturuldu. Ve insan, böyle “üvey” ilişkisi oluşturduğunda ister istemez o kötü algılarla hareket etmeye başladı.

Günümüzdeki kadın-erkek, kayınvalide-gelin, anne-baba-çocuk, karı-koca ilişkilerindeki temel sorunların büyük kısmı da yine modern zaman medyasının yönlendirilmiş algıları olarak karşımıza çıkıverdi.

Ve daha bitmedi. Daha aile içi bir dünya ahlaksızlık, reytingler uğruna sürekli gündemde tutulmaya devam ediyor.

Yani kısacası, modern zaman medyası; temel yaşam kaynaklarımızı, insanlığımızı, mahremiyetimizi, huzurumuzu, güvenimizi… Yerle bir etmeye çalışıyor.

Allah hepimizi ıslah etsin, tüm Müslümanları korusun inşallah.

İslam’ın emrettiği algıların dışına çıkmamak ümidiyle.

Selam ve duayla.