Yıl 1974. Küçücük bir çocuktum. Yine annemin eteğine yapışmıştım. Henüz Eylül Savaşının etkilerini derinden hissettiğimiz günlerdi. Annem bir ara bana dedi ki: “Sana bir vasiyetim var oğlum!…” Anneciğim bu vasiyetinden birkaç gün sonra vefat etmişti… Nekbe (Büyük Musibet) gününden bu yana Filistinli nesillerin hikâyesi işte hep bunun gibi. Hâlâ ayrılıklardan ayrılık, trajedilerden trajedi beğenmeye devam ediyoruz!

Elbette günümüzde Suriye halkı büyük acılar yaşıyor. Suriye meselesi asrın trajedisidir. Ancak, biz Filistinliler de bu trajedinin bir parçasıyız. Halep haberlerini izledikçe hemen Filistin kamplarının nasıl kuşatıldığını ve sakinlerine nasıl katliam uygulandığını hatırlıyorum. Özellikle baba Esed’in zulümlerini, Lübnan’da Tel Za’ter kampının nasıl yakılıp yıkıldığını, sakinlerinin nasıl hunharca katledildiğini, ardından Beyrut kamplarının yıkılışını, Emel Hareketi’yle elbirliği yaparak Sayda’dan Lübnan Trablusu’na kadar Filistinlileri nasıl katlettiklerini hatırlıyorum. Bu acı hatıraları biraz daha düşündüğümde, Filistinlilerin Irak’tan ne kadar ağır işkenceler ve çirkin muamelelerle kovulduğunu hatırlıyorum. Bağdat’ta ebeveynlerinin gözleri önünde kızlarına tecavüz etmişler! “Mantığın Dışına Göç” isimli belgeselimde konuşan bu zulümlerin doğrudan şahitlerinin söyledikleri ortada! Bütün bunlara çeşitli Arap ülkelerinden toplu halde sürülen Filistinlileri de eklemeliyiz.

Suriye’de 700 binden fazla Filistinli yaşıyordu. Devam eden savaş sürecinde bunlardan on binlercesi Suriye dışına çıkmak zorunda kaldı. Bu muhacirlerin büyük çoğunluğu Avrupa’ya sığındı. Bu bilinen bir hikâye. Ben burada önceki yazıma atıfta bulunarak İran’ın Esed rejimiyle işbirliği halinde İsrail tarafında güvenli bölge oluşturma projesine dikkat çekmek istiyorum. Bu proje fiilen uygulanmaya başladı bile. Zira, Hânu’ş-Şeyh kampı sakinleri birkaç gün içinde zorla göçürüldü. Bunların büyük kısmı İdlib’e ulaştı. Birkaç kez kuşatıldıktan sonra, tamamı sivillerden oluşmasına ve hiçbir muhalif savaşçı barındırmamasına rağmen kamp dağıtıldı. Geçtiğimiz haftalarda kampa yönelik bir bombardıman esnasında halim selim bir dostum can verdi. Muhammed Salih, mescitte sabah namazını kılarken secde halindeyken bedenine isabet eden bir kıymık sebebiyle hayata veda etti!

Hânu’ş-Şeyh kampından kaçan ve medyaya konuşan çocukları dinleyince, daha önce Şam’da Yermük kampı bombardımanlarla dağıtıldığında kurtulan çocukların anlattıklarıyla birebir zulümleri dillendirdiklerine şahit oldum. Her iki olayda da çocuklar en çok EKMEK hasreti çektiğini anlatıyordu! O kadar ağır bir kuşatma altına alınmışlardı ki, bir dilim ekmeğe hasret kalmışlardı! 1985-87 yılları arasında Beyrut’taki Filistin kamplarına ambargo uygulanırken, insanların açlıktan ölmemek için kedi ve köpek eti yemek zorunda kaldıklarını o zamanlar radyodan dinlemiştim.

Halen Suriye’nin kuzey kesiminde basit çadırlarda barınmak zorunda kalan çok sayıda Filistinli bulunmaktadır. Ama onlar da sürekli oradan oraya kovalanmakta. Ey Filistinliler, şimdi nereye gideceksiniz?

Koca dünyada Filistinlilere rahat giriş imkânı sunan tek ülke Venezuella’dır. İslam dünyası ve özellikle Arap ülkeleri ise Filistinlileri dış kapıda bekletmeye devam ediyor. Neredeyse tüm Arap devletlerinin havaalanlarında, Suriye savaşından kaçarak kendilerine sığınmak isteyen yüzlerce Filistinli tutuklanmış durumdadır. Hiçbirisi bu kardeşlerinin kapılarından içeriye geçmelerine müsaade etmemektedir. Dahası, bu mazlumların hikâyesini anlatan bir şahitleri bile yok!

Bir aktivist Hânu’ş-Şeyh kampında şehit edilenlerin mezarlarını konu alan bir ağıt yazmış. Filistin halkının son 50 yıllık tarihinde bu kamptan yüzlerce şehit çıkmıştır. Bu zatın ağıtını okuduğumda, ölümünden birkaç gün önce annemin bana tembihlemiş olduğu vasiyeti hatırladım… Tek cümlelik bir vasiyet idi bu: “Mezarımı ziyaret etmeni isterim senden…”

Ey Allah’ım! Filistinliler bu denli darmadağın olduktan sonra ülkelerine bir daha kavuşamayacakları bildikleri için mezar ziyaretleri bile dualarına konu oluyordu. Çünkü vatanlarını bir daha göremeyeceklerini düşünüyorlardı.

Allah’ım! Annemin vasiyetini gerçekleştirmek ne kadar da zormuş… Hele de yapayalnız ve perişan günlerimizde…

Çeviri: Fethi Güngör