Mısırlı ünlü alim Şeyh Yusuf el-Karadavi’nin şair oğlu Abdurrahman Yusuf el-Karadavi, devrimin başarısını kutlamak için gittiği Şam’dan İstanbul’a dönerken Lübnan’da gözaltına alındı.

Abdurrahman el-Karadavi aynı zamanda Türk vatandaşı ve Lübnan’a da Türk pasaportuyla girmişti.

Gözaltına alınmasının ardından önce Mısır tarafından arandığı, sonra Birleşik Arap Emirliği’nin (BAE) kendisine teslim edilmesini istediği açıklandı.

Nihayetinde insan hakları örgütlerinin uyarılarına rağmen hem evrensel hukuk kuralları hem de Lübnan yasaları çiğnenerek Necib Mikati başkanlığındaki hükûmetin de onayıyla BAE’ye teslim edildi.

Lübnan eski başbakanlarından Saad el-Hariri’nin de Abdurrahman el-Karadavi’nin BAE’ye teslim edilmesi için Mikati’ye baskı yaptığı belirtildi.

Bu arada, Şeyh Yusuf el-Karadavi’nin oğlunun Türk vatandaşı olması sebebiyle sosyal medyada Türkiye’ye yoğun eleştiriler yöneltildi ve Türkiye’nin vatandaşına sahip çıkmadığı yorumları yapıldı.

Bazıları daha da ileri giderek Türkiye’nin çeşitli yollarla Türk vatandaşlığı kazanan Araplara “negatif ayrımcılık” yaptığını öne sürdü.

Türkiye, Abdurrahman el-Karadavi’nin serbest bırakılması için gerekli girişimlerde bulundu ancak Lübnan hükûmeti ne yazık ki BAE’yi tercih etti.

Abdurrahman el-Karadavi davasının Ankara tarafından BAE’de de yakından takip edileceğinde şüphe yok.

Türkiye’nin vatandaşına sahip çıkmadığı iddiası doğru değil.

Bu kirli propagandanın arkasında Türkiye’nin Mısır, Suudi Arabistan ve BAE ile düzelen ilişkilerinin yeniden bozulmasını isteyenler var.

Ankara’nın Kahire, Riyad ve Abu Dhabi’yle ilişkilerini normalleştirmesinden bu yana her fırsatta Türkiye’ye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a kin kusuyorlar.

Filistin davasına ve Gazze Şeridi’ne destek olduğu iddiasıyla Hizbullah’a övgüler yağdıran söz konusu çevreler, Abdurrahman el-Karadavi’nin BAE’ye teslimi konusunda Türkiye’yi suçlarken İran destekli örgütün rolüne nedense hiç değinmiyorlar.

Şeyh Yusuf el-Karadavi’nin oğlunun BAE’ye teslim edilmesine karar veren Lübnan hükûmetinde Hizbullah üyesi bakanlar da bulunuyor.

Örgüt, Abdurrahman el-Karadavi’nin BAE’ye teslimine en ufak bir itirazda dahi bulunmadı; hatta gözaltına alınmasında Hizbullah’ın parmağı olduğu söyleniyor.

Çünkü Abdurrahman el-Karadavi gözaltına alınmadan önce Şam’daki Emevi Camisi’nden yaptığı yayında Suriye devriminin zaferini kutlamıştı.

Doğrusunu söylemek gerekirse Türkiye sınırı açıkken İstanbul’a dönmek için Lübnan’a gitmesi büyük bir hataydı.

Suriye devrimini desteklemesine rağmen kısa süre önce Hizbullah hakkında sarf ettiği övgü dolu sözlerinin kendisini örgütün gazabından koruyacağını düşünmüş olmalı.

Abdurrahman el-Karadavi krizinin Türkiye-Lübnan ilişkilerini dinamitlemek için çıkarılmış olma ihtimalini de göz ardı etmemek gerek.

Mikati’nin geçenlerde Türkiye’ye yaptığı ziyaretten ve “Allah’tan sonra Türkiye’ye güveniyoruz” açıklamasından birilerinin rahatsız olduğu kesin.

Lübnan’da nihayet cumhurbaşkanı seçilebildi ve yeni bir dönem başlıyor.

Suriye ve Lübnan başta olmak üzere bölge oldukça kritik bir süreçten geçiyor.

Bu nedenle Türkiye, Abdurrahman el-Karadavi krizini kırıp dökmeden, millî çıkarlarına ve dış politikasına zarar vermeden çözmeye çalışıyor.