“Kıyamete kadar, Allah bilir daha ne ‘başarılı’ eserler ortaya koyacak ama, Şeytan’ın bu çağdaki başyapıtlarından biri de hümanizm.Allah, evlatlarımızı hümanistlerden korusun.”
Erem Şentürk
Hümanizm, insanı kayıtsız şartsız sevmek; dini, dili, ırkı, sosyal statüsü, kıyafeti, etnik kültürü ve geçmişiyle ilgilenmeden insanı insan olduğu için sevmek değildir. Hümanizm tarihi süreci ve pratiği açsından tam olarak süslenerek kendini pazarlama akımdır. Antik Yunan ve Roma kültürü hasretleriyle kavrulan Avrupalıların, akılcılık ve yaşama sevinci üzerinden başlattıkları bu kendini pazarlama akımı 15. Yüzyıl ortalarında İtalya’da başlamış. Avrupa hayranı “geri kalmış ülkelerdeki” yaygın hatada kastedildiği üzere özünde insanı sevmek olmadığı gibi üstüne benmerkezli bir sevgisizlik sendromudur.
Daha iyi anlayabilmek için kritik bir tarihi sonunun cevabını vermek gerekiyor.
Avrupalı neden Antik Yunan-Roma kültürü özlemi çekiyor?
Bir Ortaçağ’ı/karanlık dönemi olmayan İslam medeniyetinin anlamakta hep zorlandığı Avrupa’nın, ayıpların ve hurafelerin üzerine kurulu engizisyonun baskılarından kurtulmak ve kendini temizlemek için arayışa geçmesiyle başlıyor hümanizm vahşeti. Salgınlar, merhametsizlikler, ruhbanların baskıları, folklor oyunlarına dönüşmüş toplu tecavüz ve katliamlar, kölelik, ırkçılık, fakirlik, pislik ve Vatikan’ın aşırı işkenceci eziyetleri altında boğulan Avrupa, kaçmak ve kurtulmak için arayışa başlamıştı. Tahtlarında sübyancı kardinallerin oturduğu (hâşâ) “Tanrı’nın krallığı” yıkılmak üzereydi. Ne pahasına olursa olsun değişim tek çareydi. Aslen bir Doğu dinamiği olan ilericilik Avrupalı sanatçılar ve düşünürler için bilinmez ve korkunç olduğu için kaçmak, geriye saklanmak zorundaydılar. Tek çare olarak kendi düşünce köklerine sığınmak zorunda kalan Ortaçağ Avrupa’sı savaştıkları ve sömürdükleri Doğulular gibi ilericiliği kabul etmek zorunda kalacaklardı. Doğulu düşünceyi kabul ettiklerinde asalet vaat eden statülerini, korunma ve ayrıcalık getiren sınıflarını yitirilecekler ve hikmetin dayanılmaz çekiciliği karşısında felsefeyi gömmek zorunda kalacaklardı. Mecburen kendi köklerine sığındılar ve antikitenin küflü bohçalarını alıp başlarının üzerine koydular.
Her şeyden vazgeçebilen fakat hazlarından asla dönmeyen Avrupa’nın bütün düşünce sistemlerinin temelinde hedonizm vardır. Antik Yunan ve Romalı atalarından kalan miras onlara Kilise’den kurtulmayı ve yeni hazların tatmin edilmesini sunuyordu. Aslında antikite hayranlığı olan hümanizmi kurmaktan başka çareleri yoktu. İşte bu sebeple Avrupa, antik tarihindeki arayışını; Yunan ve Roma’dan kalmış kırıntılarla kendini temizleme, hiç olmadı süsüleme çabasını hümanizm diye isimlendirdi.
Kilise’nin abeslerinden fazlasıyla bunalmış Avrupalı çok iyi biliyordu ki savunacak hiçbir tarafı kalmamış Avrupa’nın sonu geliyordu ve Doğu haklı çıkacaktı. Aslında bir İtalyan miti olan rönesans acilen bir çare bulmalıydı. Ellerinde Promete bayrağı ‘bütün tanrılardan iğreniyoruz’ diyerek koşuşturmaya başladılar. Yıkılmış putlarının ve ellerinden kaçırdıkları dinlerinin yerine bir şey koymak zorunda olan Avrupalılar koşmaktan yorulunca Kirene okuluna sığındılar. Kyniklerin dünyayı inkar eden bilginlerine inat, Aristippos’un öğretilerinden bir mabut inşa ettiler. Avrupa’nın yeni mabudu, tapınağa gelen herkese birer cübbe veriyordu artık. Pırıl pırıl pulları olan, sevgi boncuklarının modern motiflerle işlendiği bu hümanizm cübbesinin ünü hızla yayıldı. Sömürgeciler, işkenceciler, istilacılar, kafası karışık sanatçılar, sorulara tapan felsefeciler ve tabi ki hedonistler hümanizmi kapıştılar. Öyle bir cübbe düşününki, bu cübbeyi giydiğinizde altından ne yaptığınızı kimse sorgulamıyor, sorgulayanlar hemen susturuluyordu.
***
Ölene kadar küvetlerde genç kızlar tarafından yıkanan ressamlar, nekrofoli sanatçı bilim adamları, hastalarına ve kendine eroin şırınga ederek, insanı hazdan ve statüden ibaret köşeli tarif eden doktor filozoflar, intiharcı edebiyatçılar, çocuk, erkek, yaşlı, hayvan ayırımı yapmadan sapkınlık peşinde koşarken ölen şairler, hümanizmi bütün dünyaya hızlıca yaydılar.
Kongo’da çocukların çalıştığı maden işleten Batılıların hepsi hümanizm misyoneridir. Fildişi’nde madenlerde çalışan kadınların iş gücü düşmesin diye kanun namına rahimlerini alan Fransız şirketleri hümanist prensiplerle ameliyat yapıyorlar. Somali’de trolle balık avlayıp insanları açlığa terk eden Fransız ve İngiliz gemilerindeki kaptanların hepsi hümanist balıkçılar. Açlıktan çaresi kalmayınca o gemileri ele geçirmeye çalışanlar tabi ki kara korsan. Sömürgeci güvenliği için oraya giden NATO savaş gemilerinde hümanist amiraller görev yapıyor. Nijerya’ya silah satan Avrupalı şirketler hümanistler tarafından kuruldu. Yahudilerin ustaca işlettiği elmas madenlerinin gelir paylaşımında hümanist hesaplar yapılıyor. Özellikle güvenlik için kabile savaşlarını gazlayan Avrupalılar, hümanizmin doruğuna ulaştılar. Afganistan’da, Keşmir’de, Eritre’de, Irak’ta sivillerin ölmesi ve toplu tecavüzlerin yapılması hümanizmin bekası için. Filistin’de işkence yapanların ve özellikle destekçilerinin hepsi hümanist fikir adamları. Düne hiç bakmadan sadece bugüne bakarak bile dünyada yirmiden fazla cephede hümanizm, bebekleri yakarak, çocukları kafasından vurarak, kadınlara tecavüz ederek kıyasıya mücadele veriyor.
Kemal Tahir güzel söylemiştir aslında. İnsan ruhunu metafizik kaynaklardan koparan ve bu sebeple insanı vücuduna irca eden zavallı bir sistem… Şemsettin Sami’nin tarifini, bu zamanda yaşayan yarım akıllı bir “aydına” söylesek; hümanizm dünyanın en namussuz sömürüsü olan burjuva sömürüsünü örtbas etmek için ileri sürülmüş bir duman perdesidir desek, yarım okumuş, aydın hemen ayaklanacak, sevgi, barış, çağdaşlık virdini çekecektir. Üzerindeki hümanizm cübbesi cahilliğini, bilgisizliği ve vahşiliğini örtüyor zira.
İnsaniyete muhabbet ve insanın kendisine ayırımsız sevginin peşinde olanlar, Yunus Emre’ye, Mevlana’ya, Pir Sultan Abdal’a, Hacı Bektaş-ı Veli’ye kulak verebilirler. Batı’nın kirletemediği Anadolu sevgi dolu gerçekten. Ve arayana, kamalat peşinden koşana yol da var, iz de.
Vahşeti ve sarhoşluğu bu kadar iyi gizleyebilen başka bir sistem icat edilememiştir. Kilise’nin; “Tanrı’nın” ağzından yaptığı yağmalar ve tecavüzler için hümanizme ihtiyacı var çünkü katiller hümanizmle saklanırlar. (Grouset)
Kıyamete kadar, Allah bilir daha ne “başarılı” eserler ortaya koyacak ama, Şeytan’ın bu çağdaki başyapıtlarından biri de hümanizm. Allah, evlatlarımızı hümanistlerden korusun.