“Fevkalade hareketli bir süreç… Bir tür ‘ölüm kalım’ mücadelesi sanki… Bize düşen ‘Sünnetullah’a uygun davranıp

üzerimize düşeni bihakkın yapmak. Ama ‘hakikati’ ıskalamamak şartıyla! Nedir o hakikat? Yunus nasıl demişse, öyle…”

Fevkalade hadiselerin cereyan ettiği bir süreçten geçiyoruz.

Tabiri caiz ise ortalık toz duman…

Gelişmeleri nazar-ı dikkate aldığımızda, böyle olması elbette ki, kaçınılmaz…

Birden, bu ‘kaçınılmaz’ gerçek nedeniyle, sanki mühim bir hakikati ‘kaçırıyormuş’ gibi bir kanaat hâsıl oldu bende…

Buna sebep olan Babanzade Naim Efendi’nin kaimpederi olan Fatih türbedarlarından Amiş Efendi’nin bir sözüydü…

“Bir şeyin husulü veya adem-i husulü nezdinde müsavi değilse nakıssın evladım!”

(Bir maksadın hasıl olup olmaması sence eşit değilse henüz kemale varamamışsın demektir.)

Zamanında beni hayli düşündürmüştü bu hikmet dolu ifade…

İlk bakışta, bir imkânsızdan söz edildiği neticesine ulaşmanız işten bile değil.

Hatta rasyonalizmi çok fazla önemsiyorsanız, bu söz için ‘saçma!’ bile diyebilirsiniz.

Ama bence acele etmemenizde fayda var…

Bu hususla ilgili yazacaklarıma geçmeden önce şunu en başından ifade etmemde sanırım fayda var…

Bizler, kul olmaklığımız hasebiyle, hayatın her deminde ‘Sünnetullah’ çerçevesinde hareket etme mecburiyetindeyiz.

Peygamber (s.a.v.), bu ölçüyü gözettiğine göre, bize de böyle davranmak düşer…

Bundan sonrası için söyleyeceklerimizi, bu kabul çerçevesinde ve fakat tamamen zihnî bir ameliye olduğu hakikatiyle birlikte değerlendirmenizi rica edeceğim…

Şimdi gelelim, nasıl, ‘bir şeyin olmasıyla olmaması arasında farkın bulunmadığına…’

Kur’an’da birçok yerde;

‘Bu dünya hayatı bir oyun ve bir eğlenceden ibarettir! Hakiki hayat ise ahiret yurdundadır!’ beyanının geçtiği herkesin malumu…

Bu ayet-i kerimenin tefsiri sadedinde, bir hadis-i şerif de söz konusu:

‘Şimdi uyuyorsunuz, ölünce uyanacaksınız!’

Hadis-i şerifin dikkat çektiği nokta, görüldüğü üzere, ayet-i kerimenin işaret ettiği ‘hakikatle’ tam mutabık…

Bu ölçü muvacehesinde, aslında ‘sahici’ olmayan bu dünya hayatı, hakiki hayatla mukayese edildiğinde, uyuyan bir insanla, uyanmış bir insan arasındaki müşahhas farka denk gelir…

Yani ‘yaşamak’ sandığımız bu hayat, hakiki hayata nispetle ‘uyuyor olmanın’ ta kendisidir!

‘Ölünce uyanacağız!’

O halde şu soruyu sormanın tam zamanı:

İdrak ettiğimiz hayat uyumakla eş anlamlı ise yaşadıklarımız ‘neye’ denk gelir?

El cevap:

Elbette ki, ‘rüya görmeye’…

Rüya metaforu üzerinden devam edelim öyleyse…

Âlem-i menamda, yani rüyanızda, bir hazinenin haritasını bulduğunuzu varsayalım…

Sevinçle haritanın işaret ettiği yere gidip bin bir zahmetle yaptığınız kazı sonucunda, bu paha biçilmez hazineyi ortaya çıkarıyorsunuz…

Yine bin bir zahmetle bunu evinizin kapısına kadar getirdiğinizi düşünelim…

Ama o da ne?!

Bütün bu olup biteni başından beri gözetleyen bir çetenin elemanları, sizi bertaraf ederek o çok kıymetli hazineyi alıp gidiyorlar.

Ve siz de tam o esnada uyanıyorsunuz!

Şimdi soru şu:

Bütün bu rüya serüveninde, ne kazandınız, ne kaybettiniz?!

Cevabınız, ‘hiçbir şey!’mi?…

Tabii ki, doğru cevap ‘hiçbir şey!’dir.

Şimdi, rüya örneğindeki tüm unsurları, şuandaki hayatınıza tatbik ediniz lütfen…

Aslında, ‘bir şeyin olması ile olmaması arasında herhangi bir fark yok!’ değil mi?…

Bu çarpıcı hakikat, sevgili Yunus’un dizelerinde bakın nasıl, olağanüstü bir güzellik eşliğinde, bir ayet-i kerimenin ve hadis-i şerifin tefsiri hüviyetine bürünüveriyor…

Ne varlığa sevinirim…

Ne yokluğa yerinirim…

İlk iki mısra, aldatıcı olanı tarife yetiyor…

Takip eden iki mısraı, son söz olarak zikredeceğiz…

Başa dönüyoruz…

Fevkalade hareketli bir süreç…

Bir tür, ‘ölüm kalım’ mücadelesi sanki…

Bize düşen ‘Sünnetullaha’ uygun davranıp üzerimize düşeni bihakkın yapmak…

Ama ‘hakikati’ ıskalamamak şartıyla!…

Nedir o hakikat?

Yunus nasıl demişse öyle:

Aşkın ile avunurum…

Bana seni gerek seni…