“Musa, ‘Ya senin derdin neydi ey Sâmirî’ dedi.”(Tahâ, 20/95)

Sâmirî, Kitab-ı Kerim’de bir davayı saptırmanın sembolik ismi olarak geçer. Sâmirî, Musa’nın ardından doğru olanı veya doğruya yönelim sürecini, alışılmış yanlışlar ile değiştirmek istemiş ve Musa kavmini saptırmaya çalışmıştı.

Sâmirî, dinilik iddiasıyla vahyi öğretiden bir kısmını değiştirme/bozma gayretinin temsilcisiydi.

Sâmirî’nin derdi neydi? Ve tarihten günümüze bu misyonu veya kalp eğriliğini yaşatmaya çalışan içimizdeki Sâmirîlerin gerçekten derdi nedir?

Halkın refahı ve geleceğini îmar etmek, insani ve tarihi değerleri yaşatmak, tüm yasakların ürettiği dil tutulmalarını aşarak ‘hak’ olana hizmet edileceğini haykırmak vaatleriyle ‘emanet’i yüklenmek ve ‘vekillik’ konuma gelmek çabasındaki insanlarımız oldu ve oluyor.

Ama gerek ıslah ve inşa kaygısı taşıyan İslami cemaat veya hareketler; gerek toplumu vesayetten, yasaklardan, yoksulluktan, yolsuzluktan ve kültürel yozlaşmadan kurtarma niyeti taşıyan reel siyasetteki hareketler içinde olunsun ‘emanet’i üstlenen birçok kişinin temel konularımıza ilgisizliği, denge ve mevkii hesaplarına kilitlenmesi, taşıması gereken ideallere göre değil de kapitalizmin rant, haz ve tüketim kültürüne göre davranması ana çizgiden sapma ya da Sâmirî gibi ana çizgiyi saptırma rezaleti değil de nedir?

‘Eski İslamcılar’ın ümmete şimdilerde liberalizmi, sol söylemi, tarihselciliği, yeniden Türkçü ya da Kürtçü ulusalcılığı, neo-gelenekçilik ve mezhepçiliğin Sünni veya Şii varyantlarını ya da post-modernizmi telkin etmeleri Sâmirî misyonundan ne kadar âzadedir?

Reel siyasette AK Parti Hareketi bileşenleri içinde olan ve misyonuna bağlı görünürken, egzotik anlatılarla aykırı yollar açan Gülen Cemaati, Sâmirî misyonundan ne kadar âzadedir?

Gerçekten Sâmirî’nin ve Sâmirîleşenlerin derdi nedir?

Sâmirî, ‘inandım’ dediği halde, kalbindeki eğrilikleri aşamamış, vahyi ölçüleri hayat gerçeği içinde içselleştirememiş saptırıcı bir tutarsızlığın sembolüdür.

Vahyin kitabını gereği gibi tertilen/tahkik ederek okuyup kavrayamayanların ‘iman ettik’ sözü makbul değildir; bedevilik halidir (49/14). Laf ebeleri de, yapmayacağı sözü söyleyenlerdir ve Rabbimiz katında kınanmışlardır (61/2).

Suriye’deki veya ümmet coğrafyasındaki katliamlar konusunda; Türkiye’de binde birlere düşen okuma oranlarını yükseltmek ve ‘dindar gençliği’ bilinçlendirme çabalarında; veya nitelikli İslami çalışmalar hakkında seçilen mebusların ve yerel yöneticilerin ilgisizlikleri büyük ölçüde Sâmirî misyonunun ekmeğine yağ sürmektedir.

Hak’la, ümmetle, ortak üst değerlerimizle ilgili ilgisizlikler vesayeti aşmak niyetindeki kararlılıkla; fıtrî ve âdil olanla yeniden buluşmak azmiyle; halkın-ümmetin önünü açmak niyetiyle doğrudan irtibatlı değil midir?

Mebuslar ve belediye başkanları siyasetteki vekilliklerini statükoyu devam ettirmek için mi, rant peşinde koşmak için mi; yoksa Hak’ka ve halka hizmet için mi yapıyorlar.

Hizmet ise, yerel ve küresel cahili kuşatmayı aşma iradesini ve yeniden özgün inşa hamlesini kuşanmadan olur mu?

Yerel ve küresel cahiliyyeyi aşma iradesi göstermeyen her hizmet hareketi, Gülen Camiası gibi yerel ve küresel istikbâra eklemlenmek tuzağına düşer. Ya da kuşatmayı aşmayı hedeflemeyen her hayır ve hizmet hareketi, münzeviliği ve inzivası içinde yeni kuşatılmalara muhatap olur.

İstikbâra eklemlenen veya egemenlerce kullanılan hizmet hareketleri ise çağdaş Sâmirî misyonlarını oluşturur.

Vekillerden ‘kitlesel denetim ruhu’ içinde beklediğimiz zincirleri kıracak ve barikatları aşacak bir bilinci, adanmışlığı ve bedel ödeme riskini üstlenmeleridir.