Resulullah’a (s) karikatürlerle hakaret eden Paris’teki Charlie Hebdo mizah dergisine ve bir markete ‘Küresel Cihadcılar’ silahlarla saldırmışlardı.

7 Ocak saldırılarından sonra camiamızın öncülerinden Mehmet Göktaş, 9 Ocak tarihli ‘Özür diliyoruz Paris, bir yanlışlık oldu’ yazısıyla; Abdurrahman Dilipak 10 Ocak tarihli ‘Kork Fransa!’, Rıdvan Kaya da ‘Charlie’nin Şeytanları’ başlıklı yazılarıyla olayın sosyolojik boyutuna dikkat çekmişler ve Fransa’da patlayan sıkışmış öfkenin nedenlerine işaret etmişlerdi.

Kemalizm’in İstiklal Mahkemeleri veya Dersim katliamı; Fransızların Cezayir, Amerika’nın Vietnam, koalisyon güçlerinin Irak katliamları geriye unutulmayacak toplumsal hafızalar bırakmıştı.

Erdoğan’ın, G-20 Zirvesi ve Suriye ile ilgili Viyana Mutabakatı öncesinde kullandığı ‘Suriye ateşine odun taşıyan herkes, bu ateş içinde kendini bulacaktır’ tespiti 3-4 gün sonra Paris’te görünür oldu. Ateş Fransa’ya sıçradı. Emperyalist cinayetlerin faili olmayan 132 insan, IŞİD militanlarınca katledildi.

Suriye’deki ateşe bakacak olursak.

Bu ateş 1921’den itibaren bölgenin dokusuyla oynanarak yakılmıştı. İşgalci sömürgeciler, Halep Eyaleti’nin Rakka, Tarsus havzalarını; Maraş, Adıyaman, Antep, Urfa havzalarından ayrıştırmışlardı. Ve yapay Suriye sınırları içinde kalan Müslümanlara zulmedecek aykırı bir mezhep sülûkuna dayanan bir iktidarın önü açılmıştı.

Ulus devletlerin vatandaşları konumuna düşürüldüğümüz yerelde yaşanan sürgünlerin, işkencelerin, yargısız infazların sorumluluğu konusunda egemen küresel güçlerin masum olduğunu söyleyebilir miyiz?

Sıkışmış öfkeyi ve terörizmin kaynağını anlamak önemli. Küresel cihadcı IŞİD’in, Fransa’daki 7 Ocak ve 14 Kasım katliamlarının sosyolojisini kavramak da.

Ama İslam, sosyolojiyle ilgilenmekle beraber sosyoloji veya ideoloji değildir.

İslam, tüm insani ve toplumsal ilişkilerde ilahi ölçüler için inzal olan evrensel bir din/dünya görüşüdür.

Dolayısıyla zulme de uğrasak, sıkıştırılmış öfkelerimiz de olsa yaşanan olaylara nefsi/beşeri ölçülerle değil, Kur’an’ın muhkem nassları ve İslam’ın şer’i ölçüleriyle yaklaşmamız gerekir.

Zaten R. Kaya da zikrettiğimiz yazısında yapılan işin ‘bütünüyle şer’i ölçülere uygun mu’, ‘hedefler doğru seçilmiş mi’ sorularını yöneltiyor.

Sömürgecilerden özür dilemeyelim, karşıtımıza yaranmacı bir dil kullanmayalım; ama vahyi ölçüleri atlayıp Müslümanlık söylemiyle işlenen katliamlar karşısında susmayalım.

Kapitalist Fransa, katliamlar işleyen sömürgeci ve İslam karşıtı bir devlettir.

IŞİD/‘İslam Devleti’ ise Müslüman geçinip hududullahı çiğnemeyi doktrin haline getirmiş, yani üretilen kültürle Kur’an nasslarını ve Mütevatir Sünnet’i yaralayan Karamatinler gibi sapık ve cinayetler işleyen terörist bir yapıdır.

Ayrıca halk ile devleti ayrı  tutmak gereklidir.

Tüm kötülükleriyle beraber Fransa’yı katliamlarından ötürü uluslar arası platformlarda sıkıştırmak, hukuki kuruluşlarda kendisiyle tartışmak, halkını uyarmak mümkün.

Ama IŞİD’e (‘İslam Devleti’ne) cinayetleri hakkında kendisiyle tartışmayı bırakın, nasihat bile edilemiyor. Nasihat etmeye kalkışan yüzlerce Müslüman katletmiş cani ve mafya türü bir teşekkül. Hem insanlığa zarar veriyor hem insanların ve Müslümanların İslam algısını hiçbir oryantalistin yapamadığı kadar iğrenççe tahrif ediyor.

IŞİD, Kur’an ayetlerini tabanca mermisi gibi kullanan; katliamla, kafa kesip korku yayarak güç kazanmaya yönelen anarşist ve tekfirci bir çizgi.

Suriye’deki yangını söndürmek için IŞİD terörünü doğuran katil ve terörist Esed Rejimi‘nin ve Müslümanlara zulmeden ‘Uyduruk Hilafet/İslam Devleti’nin tasfiyesinden başka bir yol var mı?

Sosyoloji bilmemiz gereken bir alandır; ama bu alanın yol haritasını belirleyecek olan vahyi ölçülerdir.